10 Eylül 2009 Perşembe

SANDRAS DAĞI VE ÇAL DAĞI EKSPEDİSYONU 20-22.07.2009


Üç günümüz vardı zirveler ve doğayı keşfetmek için. İki farklı zirve ve iki gecelik kamp maceramızın adını aracımız koydu yola çıkınca.Sandras Dağı(Muğla)ve Çaldağı(Denizli)
Muğla sınırlarındaki en yüksek dağ 2294m. Sandras Dağı ( Çiçek Baba Dağı) eteğinde bir gece kamp kurup ertesi sabah zirve yapacak, kampımızı topladıktan sonra Denizli sınırları içinde Fethiye,Dalaman Çameli arasındaki Çaldağı eteklerinde, orman içinde çadır kurup ikinci zirvemizi de yaparak Antalya’ya dönecektik.
Bir gün önceden kamp ve yiyecek alışverişini tamamlayıp, yol üzerinde geçeceğimiz köylerde olası “canım çekti meyvelerine” yer ayırmayı da ihmal etmeden, araca bindik. Dağda kaynak olur, su olur, hatta her su birikintisinde yaygın hale gelen balık üretme çiftliği balıkları da bulunur ama Karadeniz levreği olmaz. Biz tedbirli olalım. Akdeniz’e karayoluyla ulaşan Karadeniz levreklerinden alıp buzla iyice paketletiyoruz. Yol uzun. Dört-beş saat sürecek araç yolculuğumuzda ilk mola yerimiz Korkuteli. Buradan Fethiye yoluna yayla köylerinden geçerek devam ediyoruz. Dalaman ve Ortaca’yı geçip Köyceğiz’e varmadan 3km. önce Sandras yoluna sapıyoruz.
Sandras Dağı ovası, yaylası, kanyonu,göletleri,su kaynakları,şelalesi ile doğa harikası.Eteklerinde meşhur su kaynaklarını oluşturan iki cenneti barındırıyor içinde;Topgözü Kanyonu ve Yuvarlak Çay.Topgözü Kanyonu’nda kayaların arasında günışığına çıkan kar suları burada şelaleye dönüşüyor. Bahar aylarında eriyen kar suları şiddetle sert granit kaya yüzeylerini sanki cilalanmış gibi tamamen pürüzsüz hale getirmiş. Zirvenin güneydoğusundaki , Çayhisar bölgesindeki taş dibinden çıkan ve yemyeşil ovayı sulayan Yuvarlak Çay’ın bir bölümü Bey obası ve Köyceğiz’e içme suyu sağlıyor.Bir bölümü de Köyceğiz Gölü’ne dökülüyor.
Dağın eteğinde birkaç yüzyıllık anıt çınarlar; Birkaç kişiyi gövdesinde barındıracak kadar iri gövdeli. Suyun nimetlerinden faydalanıyorlar asırlardır. Dallarının duruşu da çok ilginç;Bazısı bukle bukle omzuna dökülen gür saçlarını bir yanına atmış,eli belinde haylaz bir kız çocuğu.Bazısı tek vücut olmanın sırrına erişmiş vakur bir bilge gibi,dalları birbirini kucaklamış. Köklerinin bir bölümü topraktan fışkırıyor. Biz asırlık çınarlara saygı ve hayranlıkla bakıyor, salkım söğütler,çıralar ve sarıçamlar arasından yükseliyoruz.Sarıçamların bittiği yerde,budaksız yayla çamları, karaçamlar başlıyor.
Serin orman kokusu içinde yükselerek kamp yeri aramaya başladık. Niyetimiz Altınsivrisi tepesi eteğinde, Dikenli ova civarında bulunan yapay Gökçeova Göleti’nin kenarında çadır kurmak. Orman içinde kamp yeri ararken Fethiye’den yeni gelmiş bir orta yaşlı çiftin çadırına rastlıyoruz. Orman hallerimi desek?Bizim evin halleri desek daha doğru;semaver içinde çay demliyorlar.”Bize komşu geldi.”,diye sevinmişler bizi görünce. Onlar on beş gün, biz ise sadece bir geceliğine buradayız.”Biz gölet etrafına bir bakınalım “,deyip ayrılıyoruz yanlarından. Aklımız taze demlenmiş çayda kaldı.
Gökçeova Göleti, enfes ağaçların yeşilliğini yüzünde yansıtıyor. Gerçek bir zümrüt taşı gibi ışıldıyor. Etrafı envai çiçek tarlası; Sarı süsen,çatal nergisi,mısır sümbülü.Pembe,sarı,mor,beyaz bulut kümeleri.Kucaklayıp sevmemek elde değil.
Göletin etrafı tellerle çevrili. Bildiğimiz kadarıyla bu yapay göletin suyu orman yangınlarına karşı su deposu olarak kullanılıyor. Orman bakanlığı tarafından,”Balık tutmak, kamp yapmak yasaktır .”ibaresi taşıyan bir levha var kıyısında. Ama göletin diğer kıyısında da tam tezat bir durum. İnanılır gibi değil! Yeni yapılmış bir tesis,balık avlama,yemek ve konaklama için.Tesis,grup yabancılara yönelik.1500 metrede balık avlamanın keyfini çıkarın!”, sloganı ile birilerine Gökçeova Göleti , kamu arazisinden “para kazansınlar” diye tahsis edilmiş.
Gezen görüyor, üzülüyor, ama sesini duyurup çözüm bulamıyor.Burada yağan yoğun kar ve yağmur dört-beş ay yolları tamamen kapatıyor ve araçla ulaşım kesinlikle mümkün değil.Doğayı katletmek hiçbir rasyonaliteye sığmıyor,açıklanamıyor ama olan oluyor.Üzülmek, kızmak, öfkelenmek. Doğanın en bakir yerleri birer birer ele geçirilip yok ediliyor. Bu kadar emek verdik ve nelerle karşılaşıyoruz! Yapacak bir şey yok. Biz kendi kamp yerimize konsantre olalım.
Vakit gecikti.12.50 gibi çıkmıştık Antalya’dan. Saat neredeyse akşamın sekizi oldu. Hava kararmadan çadırı kuruyoruz telle çevrili bölgenin biraz ilerisine. Karnımız da çok acıktı. Çadırımızı kuruyoruz. Bir araç, bizim bulunduğumuz bölgede beliriyor.”Tesisten birileri mi?”,diye düşünüp olası cevapları kafamızda hazırlarken, araçtan inenler kendilerini tanıtıyor. Etrafı gezmeye gelen A.B.D’de yaşayan bir Türk öğretim görevlisi ve ahbapları. Safari sonrası çay içebilecekleri bir kafe arıyorlarmış dağın içinde!Termosta sıcak suyumuz vardı.Poşet çay ve fincanlarla ikramda bulunuyoruz,”Dağcı paylaşır “,diyerek.Onları uğurladıktan sonra , yaktığımız köz ateşte levreklerimizi nar gibi pişiriyoruz.
Takım yıldızlar ve hilalin aydınlattığı gece ve derin sessizlik içinde meditasyon yaparak huzurla uyuyoruz. Sabah ayakta küçük bir kahvaltılık atıştırırken, karşıdaki tesisten bir bekçi, pardon, bir bekçi köpeği geliyor yanımıza. Güzel cins bir Hussky. Üç beş kelimeyle bize ısınıyor. Uzun zamandır aç olduğu her halinden belli. Yeni dostumuzun kahvaltısı da akşamki levreğin iskeleti oluyor. Zirve için gerekli malzemeleri yanımıza alıp 8.20’de 1500 metredeki kamp yerinden orman içine giriyoruz. Orman kenarından yeni açılan bir toprak yol görüyoruz. Sandras zirvesine yeni açılan toprak yol üzerinden araç ile çıkılabilir gördüğümüz kadarıyla da, bu doğaya saygısızlık olur.
Dostumuz da dağcı olmaya karar verdi. Her türlü sempatik davranışlarla peşimizden bir saniye bile ayrılmıyor. İki saat orman içinde ara vermeden yükseliyoruz. Kaynak suları temmuz sonunda bile gürül gürül akıyor. Toprak kızıl renkli. Sandras Dağlarındaki pınarlar, kırmızı topraklı bölgelerden çıkıyorsa “Kızlan Suyu” olarak adlandırılıyormuş. Sert granit kayalar; yeşil, eflatun, kırmızı renklerde, elle boyanıp cilalanmış sanki. Enfes bir görüntü!
Yer yer çamların üzerinde bir çeşit parazit olan “gevildek” adı verilen yeşil yosunlar var yoğun olarak. Ağaç kesimi de gözümüze çarpıyor.”Yazık!”.
Beş dakika su molası veriyoruz. Sevimli dostumuz için su koymamıştık çantaya. Durur durmaz bir ağacın gölgesine atıyor kendini debelenerek.”Çok yoruldum, öldüm bittim, susadım.”,mesajını anlayışla karşılamak lazım. Bir şişe suyu ona tahsis ederek biraz dinlenmesi için bekliyoruz. Tam hareket ederken sesimizi duyan irili ufaklı domuz sürüsü önümüzde beliriyor. Bizim sesimizi duyunca kaçışıyorlar. Köpek de havlayarak peşlerinden. Ne yapacaksa? Umarız domuzlar hevesini anlayışla karşılar da zarar vermezler. Bir süre sonra kazasız, hasarsız aramıza katılıyor tekrar. Orman ve set kayalık bölgeden ilerleyerek zirveye 11.10’da ulaşıyoruz. Zirveden, açık havada, Gökova körfezine kadar olan bölge ve yarın geçeceğimiz Çaldağı görülebiliyor. Bizim bahtımıza yoğun bulut katmanları, görüş alanı sınırlı. Zirveden Kartal Gölü’ne doğru yılkı atlarını görmek bizi çok mutlu ediyor.Bir tek onlar özgür galiba burada.Doğal düşmanları kurtlar da yok şanslarına.

Öğle yemeği zirvede. Yeni dağcımız da acıkmıştır. Dağcılar paylaşır da maalesef vejetaryenin çıkınında ikram edecek pek bir şey yok ona uygun. Çavdar ekmeğine patisini kıpırdatıp yüz bile vermedi. Birkaç parça peynirle idare etsin artık.
12.15’te zirveden inişe başlayıp 14’te kamp yerine ulaşıyoruz. Kış dağcılığı çok keyifli olur burada. Sandras çok kalabalık olmaya başladı. Gelen gidenin arkası kesilmiyor. Çadırımızın etrafında, vejetaryen oldukları her hallerinden belli birileri görünüyor uzaktan. Çadıra zarar vermiş olmasınlar! Dağcı köpek dostumuz birden saldırganlaştı. Köpek havladıkça, istiflerini hiç bozmadan otlanmaya devam eden misafirlerimiz, inekler. Böğürmeye başlıyorlar köpeğin havlamasına cevaben. Tam gürültünün ortasındayız. İnek kardeşlere de karpuz, kavun kabukları ikram ediyoruz.
Çadırı toplamadan önce, “üzerimizdeki tozu, toprağı silkeleyip biraz dinleniriz”, diye düşünüyorduk. Biz dağa tırmanırken karşımızdaki tesise iki otobüs Rus turist gelmiş. Kimileri balık avlıyor, kimileri güneşleniyor. Keyfimiz kaçtı, biran önce gidelim buradan. Hızla kamp yerini toplayıp köpek ve ineklerle vedalaştıktan sonra yola koyuluyoruz. Kartal Gölü yolu üzerinden Çaldağı’na gideceğiz.
Kartal Gölü’ne sapmadan kuzeydoğuya doğru dağların içinden devam edersek bir saat içinde varırız, diye düşünüyoruz. Gps’de kaydeder yeni rotayı. Dağların, vadilerin arasında döne döne yeni bir rota keşfetmek çok heyecanlı olacak. Sola dönen yollar bizim işimize yarar.”Çaldağı’nı karşıdan görürsek yolu kolay buluruz “diyoruz. Diyoruz da hesabımızdan başka bir senaryo varmış yaşamamız gereken. Gezinin bu bölümü altı saat sürecek ve bizi de arabayı da çok yoracak bir OFF-ROAD !
Yol heyelandan kapanmış. Kaya kütlelerinin üzerinden geçmeye çalışıyoruz. Bazı yerlerde yol uçmuş. Taş dizip üstünden geçiyoruz. Otların büründüğü orman içinde bitiyor bazen de. Geri dönmek için alan yok. Geri geri gitmek zorunda kalıyoruz. Devam ediyoruz. Alternatif yol arıyoruz. Yol bitti gene. Yanımızda akan dere içinden gidiyoruz bir süre. Çok gerginiz, yorulduk. Yanımızdaki meyveler de tatlandıramıyor ağzımızı. Devamlı sallanmaktan yiyemiyoruz ki. Çok dikkatli olmak lazım! En küçük bir dikkatsizlik araca da, bize de zarar verir. Bedeli ağır olur. Araç bozulsa, yardım istemek mümkün değil.
Dağ bir türlü görünmüyor. Bazen ağaç kesimi yapan kamyonlar çıkıyor karşımıza. Yol vermek için neredeyse iki lastik üzerinde durmak zorunda kalıyoruz. Birkaç yayla evi çıkıyor karşımıza, önünde traktörle.”Yayla domatesi alırız gelmişken”, diyerek kendimizi motive etmeye çalışıyoruz, ama yol yayla köylerinin çok üstünden devam ediyor, ulaşamıyoruz yanlarına. İlerlemekten başka çare yok.
Birkaç teneke çatı parlıyor uzaktan. Neyse,”En azından insanoğluna yakınız.” ,diyoruz. Ulaştığımız yer hayatımızda ilk ve son defa göreceğimiz bir imalathane oysa. İlkel bir Odun kömürü imalathanesi! Ağaçlar kesilip odunkömürü yapılıyor, katranlar kaynatılıyor. Doğa katliamı her yerde dedik ya.Bu çağda kok kömürü,hem de yolların ulaşamadığı mecralarda.
Yol gene çıkmadı. İşçilerden biri, imalathane deposu görünümündeki yerin aslında yol olduğunu söylüyor. Dereyi solumuza alıp devam edersek Nif Dağı(Çaldağı)eteğine çıkarmışız. Dereyi solumuza alamadık. Yol yok çünkü. Derenin içinden geçiyoruz. Devamı çok şükür yola bağlandı! Dere kanyonla birleşiyor. Biz derin ve muhteşem akan bir kanyonun üstüdeki köprüdeyiz. Kanyon kenarında gene ilk ve son defa göreceğimiz dev bir balık üretme çiftliği.Bir yayla evinin tarlasından birkaç domates alıyoruz.Çaldağı görünüyor artık.Nihayet Nif Köyü’ne ulaştık.Meyvecilik çok yaygın,dallarda meyve olsa gidip isteyelim köylülerden parasıyla.Ara mevsim yok maalesef.Tamam dalından güzel olur ama yanımızdaki meyveler en az on gün yeter bize.
Köyü geçer geçmez sol koldan dağ yoluna giriyoruz nihayet. Saat 20.30 civarı. Dağın eteği kızılçamla kaplı. Birkaç yüz metre sonrası ise enfes sedir ormanları. Orman içinde yeni yol açılmış, yangın gözetleme kulesine kadar gidiyor tahminen. Sedir ormanlarının içine girip çadırımızı kuruyoruz hava kararırken. Çok uzun, macera ve stres yüklü yolculuk sonrası doğanın büyük bir lütfu; taptaze çam ve sedir kokusu ve envai çiçek arasındayız. Tek ses uykuya dalmadan önceki kuşların şakıması ve dalların rüzgârla fısıltısı. Biraz meyve atıştırıp uyuyoruz çabucak. Doğanın kalbi çok iyi hissettiriyor, kendimize geliyoruz. Sabah kalktığımızda gerginlikten eser yok. Müthiş bir yaşama coşkusu, dinçiz. Çaldağı’nı alt etmeye hazırız. Çok nazlandı bize yüzünü göstermek için!
Orman içinde sedirler ve diken çiçekleri arasından yükseliyoruz. Sedirlerin devamında elli metre kadar kayalık bölümü de aştık. Yaklaşık iki saat sonra 2124 metredeki zirveye ulaştık. Zirve defteri yerine yangın gözetleme kulesi çıktı karşımıza! Kulenin terasında kır saçlı bir adam ve bizi kovalamaya çalışan dev bir çoban köpeği. Ergun Bey, orman gözetleme görevlisi. Çok misafirperver. On beş gün öncesine kadar yol tamamen kapalıymış. Kar çok geç kalkmış bu sene. Birkaç gün önce erzakları, su ve keçilerini traktöre yüklemiş Arpacık Köyü’nden gelmişler eşiyle. Köpeği yatıştırıp bizi davet ediyor evine. Eşi kahvaltı hazırlamaya başladı bile. Biz zirvenin en tepe noktasına çıkmak için müsaade istiyoruz biraz.
Zirve’den Rodos’a kadar lacivert deniz alabildiğine görülüyor. Çameli ve Dalaman’ın köyleri, Ortaca, Köyceğiz ve Gökova’ya kadar uzanan bölümü.Şansımıza hava açık,çok net görülebiliyor.Sandras zirvesinden görememiştik dün.
2080 metrelik bir dağ zirvesinin bizi, taze keçi sütünden, peynirine, yeni demli çaydan, menemene enfes bir köy kahvaltısı ile buyur edeceği hiç aklıma gelmezdi. Sandras’ta içemediğimiz demli çay da burada bekliyormuş bizi. Her an sürprizlerle dolu macera sevenlere. Ergun Bey ve eşiyle sohbet ediyoruz kahvaltıda. Dönme vakti geldi, diyerek ayrılıyoruz yanlarından. Kamp yerine süratle inerek eşyaları topluyoruz.
Dönüş yolculuğu sahilden; Arpacık ve Üzümlü Köyü’ne girelim. Her yer üzüm bağları ile dolu bu yemyeşil köylerde.Ne yazık ki bağbozumu mevsimi değil.İştahımızı eylüle saklıyoruz”Eylül’de gel”,şarkısıyla. Yolumuz Fethiye, Saklıkent, Kalkan, Finike, Kaş üzerinden devam ediyor. Akvaryum türkuaz cennet Kaputaj Plajı’nın serin sularında biraz mola veriyoruz. Enfes bir koy. Yabancı turist doluşmuş. Duş yok ama çözüm biraz ilerideki Akçagerme Plajı! Biraz daha yüzüp duşlandıktan sonra Antalya’ya dönüyoruz çok renkli bir etkinliği yaşamış olmanın coşkusu ve tatlı yorgunluğuyla.









Ebru Ozagca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder