20 Haziran 2010 Pazar

MELİKLER YAYLASI DEDEGÖL VE KÜPE DAĞLARI
















DEDEGÖL DAĞI VE KÜPE DAĞI
13-14. 06,2010


Antalya, Isparta ve Konya arasındaki geniş bir bölgede büyük bir serüven bekliyor bizi. İlk hedefimiz Isparta.Isparta iline bağlı Yenişarbademli ilçesinde, Beyşehir ve Eğirdir Gölleri arasındaki Melikler Yaylasına kamp kuracağız. Ardından da Anamas Dağlarından 2970m.lik Dedegöl Dağı’na zirve yapacağız.

Öğle saatleri yola çıkıyoruz. İki gündür gerekli ihtiyaç malzemeleri, yiyecek içecek devamlı alışverişteydik. Yanımızda hiç abartısız on gün yetecek kadar yiyecek, içecek var. Isparta’ya yakın yörenin meşhur kirazını, kayısısını da almadan edemiyoruz. Isparta’dan Eğirdir Gölü’ne uzanıyoruz. Yemyeşil göl kenarındaki bir balık lokantasındaki öğle yemeği sonrası, meyve bahçeleri zengin köyleri geçiyoruz.Ardıç,karaçam,köknar,sedir ve yaban kavakları arasından kamp yerine ulaşmamız akşamüzeri beşi buluyor.

Kamp yeri oldukça kalabalık. Piknik için günübirlik gelenlerin dışında on beş-yirmi çadır var biraz ileride. Çadırımızı kurduktan sonra “Ne yapalım?”,diye düşünüyoruz. Doğanın güzelliğini sessizlik içinde dinlemek ve dinlenmek pek mümkün değil bu kalabalıkta.
Hadi yönümüzü dağa çevirelim. Yorucu bir işgünü, az uyku ve uzun bir yolculuk sonrası, dağa çıkmak için de oldukça geç bir saat! Yapabilir miyiz? Yaparız! Bir ilk gerçekleştiririz!
Güneş battıktan sonra çok serin ve rüzgârlı olur yukarısı. Alaca kardan geçmek gerekebilir. Tüm malzemeleri yanımıza alıp 17.20’de yola çıkıyoruz.
Hörgüçlü doruk bizi bekliyor. Sarılı, morlu rengârenk çiçekler her yeri kaplamış. Enfes çiçeklerin kokusu, kekik kokularına karışıyor. Karamukların tadına bakıp kır çiçekleri arasından patika üzerinden sırttan döne döne yükseliyoruz. Gün batmak üzere. Beyşehir Gölü ve diğer dağların muhteşem zirveleri bize eşlik ediyor.Hava hala ılık.Batarken görüntüleyelim demeye kalmadan güneş bulutların içine düştü,yokoldu. Kamp alanı ve daha aşağıları, gecenin zifiri karanlığına girdi çoktan, ama bu irtifada gün ışığı hala bize yeterince ışık veriyor.Hava tamamen kararınca da bir çözüm buluruz.Ay ışığı fener gibi aydınlatır, kayalara ve taşlara vuran ışığı bize yol gösterir.”, diyoruz iyimser ruh haliyle.
Patika bitti. Dik kayalardan yükselmemiz gerek şimdi.Karanlık iyice çöktü ama,beklenen Ay görünmüyor bir türlü.Bugün çalışmıyor, izinli galiba!
Alın fenerlerimizi takıyoruz. Alın feneri olmasa zifiri karanlıkta siyah bir noktayız.Birbirimizi görme ihtimalimiz kalmadı yan yanayken bile.Şükür yeterli yedek pil yanımızda.Gece uzun olacak. En küçük bir dikkatsizlik ölümcül bir risk demek. Çok dikkatli bir şekilde tırmanmaya başladık. Hiç mola vermedik buraya kadar. Bir iki dakikalık su ve kuru üzümlü enerji takviyesi ile son bölümü de tamamlıyoruz.
Tam dört saat sürdü zirveye ulaşmamız.Sert bir rüzgar bizi bekliyor burada Yanımıza aldığımız zeytinler ne lezzetliymiş!3 litre suyu da kana kana içip bitirdik neredeyse.
Hörgüçlü zirveye dedegül zirvesi deniyor.Söylenceye göre doruğa adını veren gülleri erenlerden sayılan bir “dede” dikmiş, zamanla doruk “dedegül”, dağın genel adı ise “dedegöl” adını almış.
Kırk dakika kadar dinleniyoruz rüzgar ve soğuk olmasaydı da burada kalabilseydik.Bivaklarımız yanımızda olsaydı keşke!
Saat 10’da dik ve keskin kayaların arasından inişe başlıyoruz. Kayalar uçurumda bitiyor.Uçurumların kenarından keskin dik kayalıklardan en uygun şekilde inmeye çalışıyoruz.Kalbim yerinden çıkacak.Bu kadar adrenalin yorgunluktan eser bırakmadı.Ama bir süre sonra bir kaç kere yorgun adımların etkisiyle yalpalayıp düşmeye başlıyorum.Çevikçe kalkıp derin bir nefes ve devam.Aziz Nesinin “Aferin İnce Yanı” hikayesindeki gibi kendimi motive ederek.
Zifiri karanlıkta yön bulmak çok zor.Sanki uzay boşluğundayız.Ayakları yere sağlam basmak gerek. Doğru yönde ilerleyebilmek için küçük keşifler yapmak zorunda kalıyoruz. Ufalmış taşlar ve çayırlık üzerinden kayarken baton yardımcı.İnişe hızlı başladık ama,uçurumda biten kayalar,un ufak olmuş taşların üzerinden kaymamaya çalışmak, patikayı bulmak oldukça zaman aldı.”En iyi dağcı bile 2 metreden düşüp ölmüş”.Aklımızdan çıkartmamamız gerek. Başka tekrarı yok hayatın!
Uzaktan görülen cılız kamp ateşiyle birlikte köpek sesleri duyuluyor şimdi. Gece yarısı bir de köpeklerle uğraşmak zorunda kalmayalım! Elimize birkaç taş alıyoruz,caydırıcı olsun diye.
Kamp alanına yakın ”İbiş kızı Ayşe Pırtık’ın türbe mezarına” ulaştığımızda saat gecenin biri. Gün saatinde zirveye çıkış,üç-üç buçuk saat sürer.İniş de ortalama iki saat alır.Bizim gece çılgınlığı toplam sekiz saat sürüyor!
Köpekler sustu çok şükür. On beş dakika daha orman içinden devam ederek çadırımıza ulaştık. Yorgunuz.Yattığımız yeri beğeneceğiz!
Kuş cıvıltılarıyla sabah yediye kadar deliksiz uyumuşuz. Melikler Yaylasının rengârenk çiçekleri ve enfes dağların arasında tertemiz havada ağır ağır kahvaltının tadını çıkarıyoruz.Enerji doluyuz. Dağ, yaşam enerjisiyle dolduruyor insanı.
Etraftaki çöpleri de toplayalım. Her sene yüzlerce kişinin katıldığı şenlik sonrası çok kirli bırakıyorlar burayı. Bu sefer temiz,fazla çöp yok. Topladığımız çöpleri çöp kutusuna götürürken, birçok çadırın bulunduğu yerden birileri sesleniyorlar bize.”Bir çayımızı için lütfen.” ”Peki”,diyoruz. Ankara’dan gelmişler. Bir ilköğretim okuluna kamp yaptırıyorlarmış. Akşam sizi gördük dağa çıkarken. Endişelendik. Bir süre takip ettik, bir şey olursa arkanızdan yardım için gelecektik! Patikadan yükselmeye devam ettiğinizi görünce bunlar tecrübeli diyerek rahatladık.”, diyorlar. Sağ olsun duyarlı ve yardımsever doğa dostları! Biraz sohbet ettikten sonra çadırımızı toplamak üzere yanlarından ayrılıyoruz. Çadırı toplayıp çok yakındaki Pınargözü Mağarasına gidiyoruz.
Beyşehir Gölü’nü besleyen kaynaklardan, Dedegöl Dağının 1550. metresinde bulunan Pınargözü mağarasından son derece soğuk bir su çıkıyor. Bilimsel adı“speleoloji” olan, mağaracılık bilimi literatüründe önemli bir yeri olan Pınargözü Mağarasına araştırma ve haritalandırma çalışmaları devam ediyor.
Şimdiki hedefimiz, Konya’nın Seydişehir ilçesinde batıdan güneye uzanan 2551m. yükseklikteki Küpe Dağı.

Beyşehir Gölü kıyısından yola koyuluyoruz.İç Anadolu’dan Isparta’ya uzanan tektonik bir çökeltide yer alan Türkiye’nin üçüncü büyük gölü; berrak suyu, adaları ve yeşille bezenmiş kıyılarıyla enfes. Beyşehir Gölü Milli Parkı Koruma alanı kapsamında bulunduğu için hiçbir yapılanma, balıkçılık vb. faaliyet yok. Tamamen bakir bir bölge.Bol miktarda balık bulunuyor. Enfes kalkerli kayalar arasından bodur ağaçlarla bezeli kıyı şeridi Ege Bölgesi’ni çok benziyor.
Gölün üzerindeki ormanlarla kaplı küçük adalar, tropikallerde okyanus üzerinde mangrove ormanlarıyla kaplı adacıkları anımsatıyor.Öğreniyoruz bu adacıklardan belli başlıların isimlerini;İğdeli, Akburun, Kızkulesi, Mada, Yılanlı, Külbent.

Yeni açmış nilüfer çiçeklerini fotoğraflayıp “Neden olmasın!”,diyerek göle girmeye karar veriyoruz.Tatlı ve berrak suyun içinde,küçük bir adacığa bir saatten fazla yüzüyoruz.Oh be!Dağ sonrası tam bir su şöleni!Doğa tüm güzelliklerini sunuyor bize.

Küpeli Dağına gitmek için uzun bir rota seçiyoruz kendimize. Yüzlerce leyleğin barındığı “Dünya Leylekler Vadisi” olarak ünlenen Yeşildağ Kasabası’na giriyoruz önce.Av tüfek Sanayi ile tanınmış Huğlu ve Üzümlü Kasabalarından da geçiyoruz.Seydişehir ilçesine vardığımızda yağmur başladı.Yol boyunca yağmur bulutları peşimizdeydi zaten.Yaz yağmuru çabuk geçer.Buradaki yemek molasından sonra ,her ihtimale karşı kürek ve kazma satın alıp Taraşçı Kasabası’nın yolunu tutuyoruz.Niyetimiz Kasaba’nın kuzeyindeki Cinkur Yaylası’na kamp kurup buradan Küpe Dağı zirvesine çıkmak.
Seydişehir’e çok yakın kasabaya ulaştığımızda gök yarıldı sanki!”Nasıl gideriz?”, diye adres sorduğumuz birkaç köylü gülerek, “Gidimezssiniz, yaaylıya yol yoh!”diye uyarıyor bizi.
Dar bir toprak yoldan devam ediyoruz.Dedikleri gibi 2-3km.sonra yol bitiyor.Küpe Dağı ve eteğindeki köknar ağaçları ile Cumkurt Yaylası karşımızda.Yayladan dimdik uzanan testere sırttan ine çıka giden uzun bir rotayla ulaşılıyor buradan zirveye.Kaya tırmanışı için uygun da o gün bugün değil.
Bir kavak ağacının altında Cumkurt Yaylası ve Küpeli dağının tam karşısında bekliyoruz aracın içinde. Dağın eteklerinden çok sayıda pınar ve kaynak çıkıyormuş.Bir kaç tanesi de bize manzara oluyor arabanın ön camından.Yağmur biraz dinsin.Biz de arabadan çıkıp çadırımızı kurarız. Bekliyoruz.Bekliyoruz.Yağmur üç saatten beri şiddetle devam ediyor. ”Ben ocakta çorba kaynatayım.”diyor Haki. Yağmur altında çorba çok güzel gidiyor. Hava sıcak aslında ama sağanak yağmur altında olma fikri üşütüyor beni. Yağmur dinmedi, ziyafete devam. Dumanı üstünde bol baharatlı makarna da pişiyor hamarat ocakta. Ağaçların dallarından dökülen sular, esen rüzgârda daha çok ıslatıyor. Bulunduğumuz bölge tamamen engebeli. Çadır kurmak için uygun bir alan yok. Yağmur hala dinmedi.”Arabada yatar, sabah erken dağ çıkışına başlarız.”, diyorduk ama saat henüz 8.30.Vakit geçmiyor.”Dönelim mi bekleyelim mi?”Dönmeye karar veriyoruz.”Bir başka sefere.”, diyerek dönüyoruz Küpe Dağı’nın eteğinden.
Yolumuz uzun .Anayola çıktıktan sonra Antalya’ya 208km.daha var.Kuğulu Göletini,Tınaztepe Mağarasını geçiyoruz.Bir başka sefer buraları vakitli görürüz.,diyerek devam ediyoruz.
Bölgeye karasal iklim hâkim. Kışın çok kar yağıyor. Yol kenarındaki kar ölçerler de oldukça yüksek bu sebeple. Yol virajlı devam ediyor. Pick-up aracımız virajlardan birinde biraz hızlı girmemizin de etkisiyle kaygan asfalt zeminde kontrolden çıkıyor. Karşı yönde gelen kamyon yavaş geldiği için ona çarpmaktan kurtulduk. Ama aracımız yolda zikzak çizmeye devam ediyor.Haki soğukkanlı manevralarla üç dört zikzak yaparak kar ölçere de çarpmaya ramak kala kendi yönümüze sokmayı başarıyor aracı. Yorgunluktan eser kalmadı. Mutlak bir kazadan kurtulduk.Küpe Dağı kulağımıza küpe olsun.Bundan sonraki bölümde yola pür dikkat ediyoruz.Bol maceralı geçen iki günün sonunda geceyarısı Antalya’ya ulaşıyoruz.

Ebru OZAGCA
Haki ENGIN