11 Eylül 2009 Cuma

KOHU DAĞI VE ALACADAĞ ETKİNLİĞİ16-18.08.2009





KOHU DAĞI VE ALACADAĞ ETKİNLİĞİ 16-18.08.2009

Etekleri ormanlarla kaplı, Kohu ve Alacadağ zirveleri; Kıbrık deresinden Avlan Gölü’ne uzanan Susuz Dağlar silsilesinin güney zirvesi Kohu Dağına(2505m) buradan da güneye, Kaş ve Finike’yi birbirinden ayıran Alacadağ(2328 m.) zirvesine bu kez yolculuk.

Antalya’dan öğle saatleri hareket. Korkuteli’nde kavun, tulum peyniri vb. olmazsa olmaz ihtiyaç listesini tedarik edip devam ediyoruz. Çok sayıda su kuşu ve bitkinin, dünyaca ünlü sedir ormanların bulunduğu Avlan Gölü’nü geçiyoruz. Daha doğrusu göl kenarından geçtiğimizi varsayıyoruz.” Gelen vurmuş, giden vurmuş”; bir dönem köylüye arazi olarak parsellenmek gibi bir talihsizliğe kurban olmuş Avlan Gölü. Yolu kısaltmak amacıyla gölün ortasından bir de asfalt yol geçirilmiş. Göl etrafındaki balık ve kuş ölümleri, ağaçların kuruması, özellikle tarım ürünlerinde de tahminlerin tam tersi büyük azalma tespit edilmesi üzerine, gölü yeniden göle dönüştürmek için çalışmalar kısa bir süre önce başlatılmış. Olan olmuş, ölen ölmüş! Bakalım göl maya tutacak mı??

Saat üçü gösteriyor. Çığlıkara Tabiat ve Koruma Alanına ulaştık. Kohu Dağı; Çığlıkara Tabiat ve Koruma Alanı içinde. Dünyada çok az bulunan yaşlı dev sedir ağaçlarının gizemli yuvası burası. Önceden tahmin ettiğimiz gibi; bu eşsiz anıt sedirlerin koruma alanına girmek özel izin ve müsaade gerektiriyor.

Ve kapı açılıyor; Binlerce yıldır evrene kök salmış asil sedir ağaçlarının gizemine ortak olabiliriz artık. Etrafta enfes bir orman kokusu; ciğerlerime çekiyorum. Kollarını göğe açmış bilge sedirler, burgu burgu gövdeleriyle birbirine sarmaş dolaş hayatın tadını çıkartan kokulu ardıçlar; mütevazı bir sessizlik içinde hepsi. Ağaçkakanlar çok geveze ama. Bir şahin t
epemizde, kanatlarını rüzgâra açmış süzülüyor.

Dokuzgöller yönüne kamp yapacağımız yere ilerliyoruz huşu içinde. Akçaağaçlar, çamlar ve mazıların arasında küçük bir su kaynağı ilk molamız. Bilge sedirlerin özsuyu karışmıştır bu kar sularına.

Bu da neyin nesi??Mistik havayı bozmak için pusu kurmuşlar!Biraz ileride tahta sandıklar çarptı gözümüze.Bu sandıklarının ne işi var burada?Büyük bir hayal kırıklığı.Bunlar köylülerin bal yapmak için bıraktığı yüzlerce arı kovanı .Koruma alanıymış,dünyada tekmiş!Ne fark eder!İzin,onay gerekmez.Rant gözünü diktiyse her yol mubah,emre amade…

Hava kararmadan kamp yeri bulmamız gerek. Bir süre yol alıp ikinci su kaynağına ulaşıyoruz. Bir sedir ağacının tepesinde tahtadan küçük bir barınak yapılmış. Bir geceliğine de olsa kuşlar gibi yuva yapalım bu sedir ağacının tepesine. Zirveye süzülürüz yarın; kanadımız yok ama kanatsız kuşlar grubundanız, kuş uçmaz kervan geçmez yerlere de konarız.

Etrafı şöyle bir kolaçan edelim. Birkaç yıkık dökük beton misafirhane de burada. Aaa!Bu da nereden çıktı?Kapı önünde bir çuval,içinde patates,soğan.Ormanın panoramik güzelliğine tezat etrafa saçılmış ayakkabı teki,kamp ateşinin sönmüş külleri, paslı konserve kapakları, poşetler, pet şişeler.Pes doğrusu!Tadımız kaçtı.2000 yıllık sedirlere ne büyük saygısızlık. Daha kuytularına gitmeli ormanın.

Bir saatten fazla devam ediyoruz.1500 metrede Dokuzgöller Yaylası’ndaki orman evlerine geldik. Dokuz göllerin adı var, kendisi yok. Göller epeydir birkaç su birikintisi bırakmış ardında sadece.
Orman evlerinden bekçi yardımcısı olduğunu söyleyen biri çıkıp geliyor.”İzniniz var mı?”diye soruyor!!Biz en iyisi derin bir nefes alıp, sükûnetimizi koruyalım. Yola devam edelim, vakur sedirleri seçelim kendimize yaren.

Ormanın derinlerinde titrek kavak ve sedir karışımı topluluğun bulunduğu nadir bir bölgede enfes bir kamp alanı bekliyormuş bizi meğer. Kuşlar akşamsefasını şakırken,kampımızı kuruyoruz. Nevalemizi çıkaralım artık. Çok acıktık. Hay aksi! Makarna, bıçak, kap kacak çıkmadı bir türlü.Şehirde öteberiyi araca yerleştirirken çöp sanıp attım galiba. Kahvaltılıklar duruyor çok şükür. Tedariklidir Haki; çakı işimizi görür, piknik seti, makarna olmasa da olur. Yarın bakarız çaresine.

Gün ışır ışımaz Kohu Dağı’na çıkış için gerekli hazırlıklarımızı yapıyoruz. Yumuşak bir dağ. Kohu. Binlerce yıllık anıt ağaçlar var yolumuz üzerinde. İlk Koca Katran karşılıyor bizi. Koca Katran 1995’te 2000 yaşında olarak ilan edilmiş. Bu muhteşem dev sedirin eteğinde olmak çok heyecanlandırıyor bizi. Ne büyük şans! Saygıyla eğilip şükranlarımızı sunuyoruz. Binlerce yıl daha selam olsun sana.

Koruma alanı içinde bulunan diğer anıt ağaçlar; Aslan Ardıç, Tekke deresinde ve 1700 yaşında. Lübnan Sediri 1500 yaşında, Koç Sedir 650 yaşında ve Katil sedir 500 yaşında.
Zirveye 200 metre kala ormanlık alan yerini geven ve mazıya bırakıyor. Obur yaban domuzları toprağın her karışını eşelemiş. Doğa cennetinde yaban domuzunun yanı sıra sırtlan, çakal, tilki yaşamakta.

Zirveye iki saatte varıyoruz. Kohu Dağının zirvesi çıplak. Güney ve kuzey yamaçlarında katran çamı ormanlarını, kuzeybatı yamaçlarında irili ufaklı gölcükleri seyrederek dinleniyoruz. İnişe geçiyoruz hızlıca. Kamp yerine döner dönmez toparlanıp yola koyuluyoruz. Rengârenk bir ibibik kuşu uğurluyor bizi. Alacadağ’a çevirdik yönümüzü.

Finike ve Kaş’ı birbirinden ayıran Kohu’nun güneyinde uzanan Alacadağ’a biz sahilden değil kırsaldan keşif yapacağız. Kasaba Köyü’nü geçtik. Yemyeşil üzüm bağları, incir ağaçları ile Yeşilköy’ü de geride bıraktık. Kokulu üzümleri meşhur Yazır Köyü’ne vardık. Daha bağbozumu başlamadı ama sarmaşıklar üzüm dolu. Asmaların gölgesinde uyuklayan yaşlı bir köylüyü uyandırıyoruz. Sattığı koruk üzümlerinin en iyilerini bize seçip verdiğini söylüyor. Ağzından bal akıyor sekseni geçkin yaşlı köylünün, ama üzümler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Ekşi mi ekşi. Canı sağ olsun. Biz erkenci davrandık canım.

Alacadağ’a kabaca yön hesabı yaptık. Orman Genel Müdürlüğü Pınarcık Ağaçlandırması tabelasından girdik. Yol çok bozuk. Devam ettiğimiz yol, çok büyük bir mermer ocağında bitiyor. Mermer ocakları çok sinirlendirdi bizi. Enfes sedir ormanlarına göz göre göre pervasızca katliam. Dedik ya,”rant için her şey mubah!”Kafamız bozuk, bozuk yoldan geri geri çıkıyoruz.

Yol çıkışında sarmaşıkların, elmaların, incirlerin arasında şirin bir köy evi.”Kimse yok mu?”Küçük bir çocuk cevap veriyor. Babası Hasan Bey, yeğeni Hüseyin Bey dedeler, nineler, çoluk çocuk yeni gelmişler bağ bozumuna. Bizim çıkmayı planladığımız zirve Alacadağ’ın en yüksek zirvesi 2336m. Toylak Karlığı zirvesi. Kabaca hesapladığımız yöne çok yakınmışız. Bu güler yüzlü, sıcak Anadolu insanları,”Yemeğe kalın.”, diye ısrar ediyorlar. Üzümlerinin en olmuşlarından seçip ikram ediyorlar. Başka bir sefer geliriz. Çok teşekkürler. Hava kararmadan biz kamp yerine ulaşalım, makarnamızı kaynatalım.”

Alacadağ Tabiatı Koruma Alanı içindeyiz. Nadir orman ağacı türlerinin bulunduğu arberetum görünümüne sahip enfes bir orman. Ormanın içinde kampımızı kuruyoruz. Mermer ocağının gürültüsü, kamyonların gürültüsüne karışıyor; ocak çok yakında demek ki. Bekçi köpekleri de kokumuzu aldı galiba; havlayıp duruyorlar. Şehir gürültüsünden pek bir farkı yok. Biraz daha sabredelim. Nihayet mesaileri bitti. Toros sedirlerinin sessizliğiyle sohbet edebiliriz artık.
Kesilmiş bir dev ardıcın gövdesi yemek masamız. Buram buram reçine kokuyor. Bu nadir bulunan katran ardıcı gövdesi çünkü.

Güneşin doğuşuna zirveden şahit olmak istiyoruz. Erken yatalım. Sabah 4 sularında kalkıp çadır hariç tüm kamp malzemelerini topladık. Geldiğimizde kötü bir sürprizle karşılaşmayalım. Biz önlemimizi alalım da.

Zirve çantalarımızı yüklendik. Hilal ve yıldızların aydınlattığı ışıl ışıl gökyüzünden, zifiri karanlık ormanın içine dalıyoruz. Alın fenerleri ile rahat ilerleriz. Birden ortalık karışıyor. Bir kıyamet, bir gürültü. Bekçi köpeklerinin korkunç havlamaları kurşun gibi kulaklarımız
da patlıyor. Ensemden soğuk terler dökülmeye başladı. Çok yakınımızdalar.”Biz dostuz” falan desek etkili olacak gibi görünmüyor; hiç arkadaş canlısı değiller.”Havlayan köpek ısırmazmış. Hadi canım; gördüğümüz kurt köpeklerine bu bilgi henüz ulaşmamış. Yapılacak tek şey var; karanlığı yararak olabildiğince hızlı ormanın derinliklerine koşmak. Kan gövdeyi götürmesin. ”İtle dalaşacağına çalıyı dolaş “demiş atalarımız. Yönümüzü doğuya çevirdik. Zirve yönüne sonradan döneriz. Ormanın içinden yükselerek,taş ocağından,köpeğin yaşam alanından iki saat uzaklaştık. Havlamalar dindi nihayet.”Gün aydınlanmadan, hilal altında bir iki fotoğraf çekelim.”, bahanesiyle soluklanabilirim artık. Daha sonra fotoğraflara bakınca görebiliyorum; korku kültürü ve yorucu tempoya yerçekiminin etkisi çok rahat okunuyor yüzümde. Şimdi bol bol gülebilirim bu hallerime!
Yolu uzattık elbet. Tepe çıktık, indik. Bir tepe daha, bir tepe daha. Her tepede dizilmiş babalar; canı sıkılmış çobanların işi bu. Ormanın bittiği yerde ağaçlara kırmızı, mavi kuşaklar bağlanmış nedense. Güneşin doğuşuna zirveden şahit olamadık ama zirveye çok yakınız. Buradan da seyri muhteşem. On beş yirmi metre mesafede, solumuzda bir tepede yirmiden fazla yılkı atı. Gün doğumunu seyrediyoruz birlikte. Son bir hamle, Oh be! Bu tepeden inmek gerekmiyor. Yaşasın! Zirveye ulaştık. Gün tamamen aydınlandı. Bir saatten fazla kaldığımız zirvede Finike sahillerini, dağ eteğindeki ormanları fotoğraflıyoruz. Ardıç kuşu da poz verdi bize.
Sıcağa kalmayalım. İnişe başladık. Yaşlı bir çoban köpeği sosyalleşmek istiyor bizimle; yiyecek veriyoruz. Hızla hareket edip yanından uzaklaşalım. Sürüsünü bırakıp düşmesin peşimize, sürüyü ihmal etti diye işinden olur maazallah. Bu devirde iş güç yok, bu yaştan sonra nerede iş bulur kendine?

Ormanın içine indik. Karanlıkta göremediğimiz anıt ağaçlar; toros sedirleri, dev gövdeli katran ardıçları. Çok havalılar. Fotoğraflayalım. Kızılçam, mazı meşesi, gürgen yapraklı kauçuk, sakız ağacı, çiçekli dişbudak; hepsi konuk oldu” Alacadağ Hatırası” albümüne. Yaban domuzlarının eşelediği toprak üzerinden kamp yerine inişimiz iki saatten biraz fazla sürüyor.

Çadırı toplayıp araca atladık şimdi.”Sahil yönünden, Finike tarafından da bir bakalım Alacadağ rotasına” ,dedik demesine ama başımızı çevirip dağa şöyle bir bakmamız yetti bu fikirden vazgeçmemize. Çok kızgın ve öfkeliyiz. Alacadağ’ın kuzeyi, 2000 metre rakımlar boydan boya mermer ocağına dönüşmüş. Tabiatı Koruma alanı ve sedirlere nasıl kıyarsınız,yapılır mı böyle zalimlik!!!

Finike’nin ince kumlu,bakir koylarından Karaöz koyundaki türkuaz denizde son bir defa serinleyerek atalım gerginliği üzerimizden.Güzel anlar kalsın sadece.Dağların,yolların tozunu atıp Antalya’ya dönüyoruz.
Ebru OZAGCA
Haki Engin

1 yorum:

  1. Sayın Ebru Özağca ve Haki Engin,
    Ben Alacadağ köyünden daha yukarıda, Kızılcık yayla mevkiinde bir yer aldım (irtifa 1000 metre). Sizin 2009 da şahit olduğunuz sedir katliamı misliyle devam ediyor ne yazık ki. Buradaki köylülerle birlikte mermer ocaklarına karşı mücadele geliştirmeye çalışıyoruz. Ne kadar işe yarayacak bilmiyorum, ancak bir şeyler yapmak gerektiğine inandığım için köylüleri bir araya getirerek bir karşıduruş geliştirmeye çalışacağım. Yukarıdaki makaleniz için elinize ve yüreğinize sağlık. Selamlar

    Ali Ulvi Büyüknohutçu
    ali.ulvi@hotmail.com

    YanıtlaSil