30 Ağustos 2009 Pazar

GÜVER KANYONU GEÇİŞİ 17-07-2009










Türkiye’nin en iyi on kanyonu arasında bulunan Güver Kanyonu’nu boydan boya geçmeye karar verdik sıcak bir temmuz günü. Sıcak ve nemli bir Akdeniz gününde, doğanın camgöbeği rengine serin bir yolculuk
“Orman içi, patikalarda yürürüz, muhteşem manzaraları fotoğraflarız, bize eşlik edecek derede arada bir ayaklarımızı ıslatıp serinleriz”,diye düşünüyordum. Yanılmışım!Çok büyük bir emek verilmesi gerekiyormuş kanyonu gezmek için! Tüm kanyonu geçmek beyin kaslarının yanında iyi bir performans gerektirecek, orman içi, dere boyu, dere içi her an sürprizlerle dolu birçok aktiviteyi kapsayacaktı.
Antalya’nın kuzeyinde merkeze 20km. mesafede Düzlerçamı Milli Parkı içerisinde bulunan Güver Kanyonu,2007 yılında Tabiat Parkı alanı ilan edilmiş.4.044 hektar alanı kaplayan Tabiat parkı alanı travertenlerden oluşuyor. Traverten; Kalsiyum bikarbonatlı suların yeryüzüne çıktığı veya basıncın azaldığı yerlerde, içindeki CO2 gazının uçması ile oluşan, boşluklu kalkerlere verilen ad.Güver Kanyonun Temelini Oluşturan Antalya Travertenleri; kahve renkli, yer yer ince-orta tabakalı, kalın tabakalı, boşluklu, bazen sıkı dokulu ya da süngerimsi dokulu. Azami 300 metre kalınlıkta. Güver Kanyonu; Toroslardan gelen suların travertenleri aşındırmasıyla kanyon niteliği kazanmış bir vadi. Kanyonun bir milyon yılda oluştuğu söyleniyor. 115 metre derinlikte ve yaklaşık 2 km uzunluktaki kanyon vadinin iki yamacı arasındaki genişliği 20-30 metre kadar. Kanyonun içinden akan çay, Konyaaltı'nda Boğa Çayı olarak denize dökülüyor.
Muhteşem ve macera dolu ekspedisyonumuz başlıyor; Düzler Çamı Milli Parkı içine güvenilir bir alana aracımızı park ettik. Güvenlik görevlisi de yan gözle takipte;”Kanyonu geçeceğiz”, dedik. Pek olağan gelmedi demek. Piknikçi tipi de yok ki bizde! Kumanyalarımız, can yeleklerimiz, battal boy çöp poşetleri (neden aldık acaba!)sırt çantamızda. Batonları da aldık.
Su hayatın özü. Tabiat ana pek çok çeşit canlıya kucak açmış suyla beslenen bu topraklarda. Akdeniz bitki örtüsü maki ve kızılçam bölgeye hâkim. Ardıç, meşe, pırnal meşesi, sakız, keçiboynuzu ve funda gibi ağaç ve çalı toplulukları var. Parkta yaban keçisi ve alageyik koruma ve yetiştirme merkezleri bulunuyor. Alageyik ve yaban keçisinin yanında karaca, yaban domuzu, ayı, yaban keçisi, porsuk, tavşan, tilki, kurt, kartal ve doğan kuşları da varmış. Bizimle görüşmeyi kabul ederler mi acaba? Şansımıza artık! Gün neler gösterecek bakalım?
Kanyonun batı yakasından kızılçam, karaçam, ardıç ve envai renk çiçek arasındaki toprak yoldan 09.30’da yürüyüşe başlıyoruz. Hava açık ve güneşli .”Yeşilmişik” türküsüyle kanyon kıyısındaki seyir terasına varıyoruz elli dakikalık yürüyüşle. Terasta görsel bir şölen. Enfes çam kokusu. Derin vadi içindeki türkuaz derenin berrak suları. Fotoğraf alalım kuş bakışı.
On beş sene önce büyük bir yangın çıkmış Düzlerçamı’nda.900 hektar alan kül olmuş. Ağaçlandırma çalışmaları yapılan bölgeye dalıyoruz. Kanyon vahşi yüzünü gösteriyor artık. Pençelerini çıkardı, ısırmadan önce dişlerini bileyliyor. Patika yok artık; bodur ağaçlar, diken ve çalıların arasında kendimize yol açmaya çalışıyoruz.Dikenli yollar; birkaç kesik ve tırmık izi.Daha başındayız maceranın.En az zarar ziyanla devam .Hücum !Şimdi karşımıza antik dönemlerde kullanılmış dik bir uçurum çıkıyor.Kanyona buradan inmemiz gerek.Son derece dik bir uçurum.Yangının etkileri hala canlı.Toprak yapısı ,yangın söndürme çalışmalarında da çok bozulmuş.İrili ufaklı kayan taşlar,kireçli kayalar;kayalar yer yer unufak oluyor,parçalanıyor,altımızdan kayıyor.Toprağın üstündeki ağaç kökleri ,devrilmiş kütükler adım atmayı imkansızlaştırıyor.Çok dikkat etmemiz gerek.Altımızdan taş,toprak kayıyor.Tam ,”yaklaştık”, derken tehlikeli uçurum yön değiştirmemizi gerektiriyor.Birkaç kere inip çıkıyoruz en güvenilir şekilde inebilmek için.3 derece zorluktaki kayalarda ip açıyoruz.Emniyetli bir şekilde inmek için büyük efor sarf ettik. 40 dakikada inmeyi başardık birkaç küçük sıyrıkla.
Zorluklar aşılmadan mükâfat gelmiyor. Derin kanyonun içine; kuzeyden gelen su ve batıdan gelen akarsuyun birleşme noktasındaki geniş bölgeye ulaştık. Doğa, cennet yüzünü gösteriyor şimdi. Huzur dolu bir sessizlik içinde kur yapan kuşlar ve akan suyun ahenkli melodisi. Nehir kenarında dev zakkumlar, rengârenk çiçekler. Suyla serpilmiş dev çınarlar, incir ağaçları, fundalar. Yemyeşil berrak suyun içinde dev bitkiler, hatta naneler. Mis gibi bir koku buram buram. Tozumuzu toprağımızı atalım, serinleyelim bu enfes suda. Hak ettik! Ayaklarımızı soktuğumuz serin su, bir iki adım sonra neredeyse boyu aşıyor. Yüzüyoruz bir süre su içindeki nane tadında dev narpızlardan da tadarak. Güzelliğin, estetiğin, doğanın içindeyiz. Bir iki meyve atıştırıp kanyonun doğal kıvrımların içinde yürümeye başladık tekrar.
Kanyon suları ayak hizasından birkaç adım ötede metrelerce derinleşiyor; suyun akıntısı artıyor. Proaktif düşünmek budur işte! Can yelekleri ve çöp poşetlerinin taşınma sebebi de ortaya çıkıyor böylece. Laf olsun diye almamışız. Güvenlik için kesinlikle gerekli. Kanyonun içinde derin bir daire çizerek ilerlememiz gerekiyor. Kanyonu boydan boya saatlerce yüzerek tamamlayacağız akıntıya ters istikamette. Size bir soru; Yüksek ivmedeki akıntının ters yönüne, yer yer on beş metre derinlikteki suda saatlerce yüzmeniz gerekse; sırt çantanızı, içindekileri ıslatmadan nasıl taşırsınız?Başınızın üstünde mi?Sırtınızda mı?Cevap battal boy çöp poşetinin içinde saklıymış.Can yeleklerimizi giydik.Sırt ve bel çantalarımızı birkaç poşetin içine koyduk.Suyun içinde ıslanmadan,batmadan gidebilsin diye poşetleri balon gibi şişirerek ağzını sıkıca bağlıyor Haki.Oldukça pratik ve zekice!Emniyetli ve güvenli yön tayini yanında doğru ekipmanla ilerlemek.
Etkinliğin bu bölümünde bizi, yer yer metrelerce derinleşen yer yer ayak parmaklarımızı geçmeyen serin kanyon sularında keyifli ve zorlu bir yolculuk bekliyor. Sığ sularda çantaları karga tulumba, kucakta taşıyoruz. Kayan, yosunlu taşlara dikkat! Kanyonun derin bölgesine ulaşmadan önce nehrin genişleyen yatağında yüzüyoruz çantalar önde, biz arkada. Derin kanyona ulaştık. İki tarafı dik bir uçurum, güneş ışığından mahrum. Su çok soğuk. On beş -yirmi metre derinliği bulan kanyondayız şimdi. Yemyeşil berrak serin suları görüntülemek boynumuzun borcu. Pratik ve yaratıcı zekâ gene devrede. Haki sırt çantalarını kameranın ayağı olarak kullanabilir pekâlâ. Kamera su altı kamerası değil. Islanmaması, sabit durması, suya düşmeden çekim yapabilmesi gerekiyor. Sırt çantalarının taşınması, akıntıya karşı, yer yer güneş görmeyen derin kanyon içinde yüzülmesi de gerekiyor. Büyük beceri ve dikkat gerektiren bir durum. Zorluğu tahmin edersiniz. Bir buçuk saatten fazla süren “kameralı kanyoning” deneyimi başarıyla nihayetlendi.
Güverler Kanyonunun genişleyen ağzında Kapızbaşı’na çıktığımızda saat üçü gösteriyordu. Uzun ve renkli etkinliğe biber, domates, peynir, zeytinle hızlıca enerji kattık ve fazla vakit kaybetmeden kanyonun kenarındaki dik bir yardan orman içine doğru çıkışa başladık. Büyük yangından sonra ağaçlandırılan ormanlık alandan geçmemiz gerekiyordu gene.İç içe geçmiş bodur ağaçlar,diken ve dev çalılar yürüyüşü oldukça zorlaştırıyor. Geldiğimiz yöne doğru gidebilmek için, birkaç kere girdiğimiz yoldan dönmek zorunda kaldık. Kanyonun çıkışına doğru yükselirken ilkçağlardan kalma sarnıç gibi çok düzgün oyulmuş, oturma yerleri ve bacası bile yan yana on-on beş mağara keşfediyoruz. Çok şaşırtıcı! Doğa içinde ne gizler saklıyor! Mağaraları fotoğrafladıktan sonra dik bir kaya tırmanışı yapmak zorunda kalıyoruz. Nihayet düzlüğe çıktık! Yürüyüş aralıksız devam ediyor.
Saat beş oldu ve çok susadık. “Artık bir su molası verelim, yanımızdaki sular da çok ısındı”, dediğimiz anda bir su kaynağı çıktı karşımıza. Ne şans! “Dile benden ne dilersen!” gibi bir durum söz konusu galiba. Çok zahmete girdik. Hak etmiştik. Serin kaynak suyundan kana kana içtikten sonra devam ediyoruz.
Yönümüzü kabaca tayin ettik. Hava geç kararıyor nasıl olsa. Mutlaka doğru yola çıkarız. Mutluluk yorgunluğu yok ediyor. Ormanın içinde bodur ağaçların içinde kendimize yol açmak zor gelmeye başladı ama. Ara ara yangından kurtulmuş çam kokulu dev orman içinde serinlikte yürümek yürüyüşü kolaylaştırıyor. Bir iki metre ötemizde on beşten fazla genç, yaşlı alageyikten oluşan birçok güzel bir sürü çıkıyor. Çok hoş bir sürpriz. Doğa ana tüm renklerini gösteriyor bugün bize. Bir iki dakika geçmeden yanımızdan kurşun gibi hızla iri tavşanlar geçiyor. Saat altı buçuk oldu. Aracı park ettiğimiz Milli Parkın bulunduğu kanyonun karşı tarafına ulaştık. Derenin içinden geçebilsek çok iyi olurdu. Yolu daha uzatmazdık diye konuşurken, biran Haki “Yılan!”diye bağırıyor. Bay beş metrelik siyah ve iri yılan bu anonsu duyar duymaz hızlı bir şekilde yerden yükseliyor ve parende atarak nehre atlıyor. Oldukça atletikmiş. Çok hareketli ve renkli geçen gün sonunda çeşme kenarında sulanarak arabada dinlenmek çok cazip geliyordu artık. Parkın girişindeki çeşmede kirimizi tozumuzu temizleyerek arabaya bindiğimizde akşamın yedisi olmuştu. Dokuz buçuk saat süren uzun ve çok renkli Güverler Kanyonu etkinliği havlu atmadan, fakat dönüşte iyi birer havlu almaya karar vererek, sona ermişti.

Ebru OZAGCA

21 Ağustos 2009 Cuma

Avustralya ikinci bölüm
















Avustralya 20-29 Ağustos 2008

Gezimizin ikinci bölümü;
20.08.2008:Sabah 9 gibi yaptığımız enfes Türk kahvaltısı sonrası, şehir danışma merkezine(otel sahibesinin dışında şehirde gördüğümüz tek insan)gidiyoruz. Ofisteki tüm broşürleri toplarken, görevliye yolumuz üstünde görülebilecek milli,bölgesel ya da eyalet parklarını soruyoruz.Gece gördüğümüz kangurular bizi heyecanlandırdı.Doğal ortamlarında wombat,kanguru,koala,bir de timsah görebilirsek, Avustralya topraklarının hakkını vermiş olacağız.Sempatik görevli tarif etmek için elinden geleni yapmaya çalışırken bir yandan da kibar bir şekilde broşürlerin tanesinin 3$ olduğunu söylemeye çalışıyor.Biz de bırakırız canım,sen üzülme.
Murray 1 Elektrik Santralı bölgedeki gölet,su aktivitelerinin(balık,tekne,rafting) yapıldığı görülecek noktalardan.Dün akşam önünden geçtik.Yol üzerinde Olsen’s lookout (manzara)a gitmemizi tavsiye ediyor görevli.20 km.Alpine Way yolundan gidiyoruz.Yolda bir wombat ölüsüne rastladık.Manzara bir tepeye çıkıyor; üstünden tarlalar ile okaliptüs ağaç rezervinin bulunduğu orman seyredilebiliyor.İyi de biz bunun için mi yolumuzdan saptık?
Yakın civarda ilk göç döneminde yapılan tarihi bir demiryolu köprüsü ikinci durağımız. Ormanlık bölge,kamp ve piknik alanı ile yürüyüş yolunu çıkarıyor karşımıza.Tarihi köprüleri nasılmış?Hem biraz yürüyelim.Ayaklarımız açılsın.Yemeğimizi saat 14:30 civarı Violet Town adlı şirin bir kasabada aldık. Okyanus balığı ızgara istedik ama kızarmış geldi.Biraz önce fırından aldığımız ekmekle unda kızarmış taraflarını sıyırarak afiyetle yiyoruz.Kaç kalori aldık?
Bölgesel park Mount Black flora rezervine daldık iki saatlik yolculuk sonunda.Hume Otobanından çıktık.Hava kararmadan yabanıl hayvanları doğal ortamlarında görebilecek miyiz?Kış sebebiyle 17:30 gibi hava kararıyor.Melbourne’a 130 km. mesafede.Arabanın girebileceği her noktaya dalıyoruz.Hava kararmadan şans bize güldü.Bir kaç iri gri kanguru görüntüleyebildik.
Saatlerimiz 20:00.Melbourne 50 km uzakta ama gündüz gibi aydınlatılmış şehir ışıkları ile kendini belli ediyor. Şehre girmeden önce bir bölgesel park levhası gördük. Hadi gene dalalım.Patika yollardan çiftlik evleri önünden geçiyoruz.Çeşitli botanik ağaçlar koruma ve plantasyon bölgesi ”Herhangi bir bitki almak, izinsiz kimyasal taşımak yasaktır”, yazısı.Aman bizi yanlış anlamayın!Biz doğa severiz.Tek alacağımız anılar olacak buradan.Dönelim dikkatle.Yol da çok büyük bir çukura girdi.Dikkat!Hava zifiri karanlık.Aaa !Koskocoman bir wombat çıktı yan tarladan .Peşinden yuvasına kadar takip ediyoruz.Çiftlik önlerinde yuva kurmuşlar.Onlar da medeniyet ve rahat yaşam özleminde demek ki.
Önceden yer ayırttığımız Spencer Hostel’in kapısını, rehberimiz GPS ile, elimizle koymuş gibi bulduk. Saat 22:00 olmuş. Resepsiyonda kimse yok gene!”Acil durumlarda şu telefondan bize ulaşın.”, notu sadece. Neyse, bize oda anahtarını verecek bir hayırsever Hintli kardeşi bulduk.Oda oldukça vasat .Yarın erkenden yola devam.

21.08.2008:Hostel ortak yemek salonundaki kahvaltımız, Melbourn’a tepeden bakamıyor. Manzaramız bizden yüksek bina duvarları ve taraçaları.
Gök yarılmış. Geceden beri yağmur aralıksız devam ediyor. Resepsiyon görev başında.“Şanssız bir gün şehri gezmek için” diyor. Şehri merak eden kim? Bizim bir an önce şehirden çıkmamız gerek.Hem arabamız 4X4 çekmese de dağ,orman,patika bizim her isteğimizi çekti.Koala görmemiz lazım artık!Yağmurda ziyaret etmek istesek,müsaitler midir acaba?
Phillip Island’a gitmeye karar veriyoruz.Melbourne’a 30km.deymiş feribotla. Penguin Parade,Koala Conservation Reserve de adanın bölümleri.Okyanusla ilk randevumuz olacak.
Şehir Merkezindeki Collins Street’ten üçüncü turlayışımızda, dev binalar ve yol sarmalından kurtularak otobana çıkmayı başardık. Söyleyin ablalar,ağabeyler Phillip Island nerededir yahu?
Ya !Bu adaydı di mi?Araba da yüzmez ki.Cranbourne şehri üzerinden Gippsland Highway, bizi iki buçuk saat sonra ulaştırabiliyor adaya, küçük bir köprü bağlantısıyla.Okyanusun dev dalgaları ,geniş kumsallar,kayalar…
Koala koruma bölgesinden geçtik.”Dönüşte uğrarız.”, diye. Önce adanın en ucuna gidelim. Penguenleri,fok balıklarını göremedik ama “Burada yaşarlar”yazısını görüntüleyebildik.Sahil boyu tepede uzanan köprünün birkaç köşesinde fotoğraf daha.Bu dalgalar kaç metre yükseğe çıkar?Hava oldukça soğuk.Tazmanya adası karşımızdaymış.Gördüğümüz de Tazmanya Denizi.Danışma merkezine okullar öğrenciler getirmiş.Bölgeyi tanıtıcı eğitim olacak.Bizim içinse yola devam.
Lakes Entrance hedefimiz.Okyanus kıyısından geze geze gideriz akşama kadar.Yağmur yatıştı biraz.Leongatha şehri üzerinden Berrys Deresi ve kolları, yol boyunca eşlik ediyor. Morwel şehri üzerinden, seyahatimizin kalan günlerinde hep takipçisi olacağımız Princess Highway ile ilk buluşmamız.Otobandan çok orman yangın yolu kıvamında.
Sadece okaliptus ağaçları ve tarlalar.Dalalım bir ormanlık yola gene.Yolda bizden başka araba izi yok.Aracımıza tekrar bindiğimizde bir motosiklet geçiyor yanımızdan. Yardıma ihtiyacımız var mıymış? “Thanks a lot “ve no worries diyaloğu (“endişelenmeyin” anlamında değilmiş, “bir şey değil”, demekmiş Avustralyancada!) Yola devam. Anayola bağlanırken limon ve portakal ağacının bulunduğu bahçeden komşu hakkı,göz hakkı aldık iki portakal.
Tarlalarda lamalar görüyoruz. Bir de “airfield”tabelaları,tarlaların yanında.Bu hava tarlalarına da uçak,planör ve helikopter ekmiş fakir Avustralya çiftçileri.Para çok anlaşılan(!)
Hava karardı.Bairnsdale ile Lakes Entrance arasında biryerlerde kalalım artık.Lake Victoria okyanustan içeriye lagün oluşturmuş bu bölgede.Karavan motel,prefabrik ve çok modern.70$dan 50$a indirmeyi başardık,sezonu değil madem.

22.08.2008:Sabah mükemmel bir Türk kahvaltısı.Aldi marketlerinde zeytin,peynir, ekmek,çay,armut,elma,domates,havuç en iyisinden.Türkiye’den çok daha uygun fiyatla üstelik.
Okyanus kıyısındaki şehirler,genelde dere ve nehir kollarının üzerinde küçük köprüler ile devam ediyor.Yanı başlarındaki göl ve lagünlerdeki doğal parklar bir çok canlıyı besliyor. Bairnsdale sahilinde lagün içinde Mitchell River National Park’tayız sabah 10 gibi.Enfes kumsal ve bodur ağaçlar,yağmur ormanları ,kaya ve mağaralar...
Hava sert rüzgarlı, ölüyü diriltir neredeyse.Okyanusun kışı da çok yağmurlu.Yağmur ormanlarının adından mı nedir?Yağmur başladı gene.Araba aç kollarını!Bize çadır ol.Gelsin Amasya elmaları,gitsin deveci armutları,sizin de hatırınızı soralım Finike portakalları, nar domatesler,şeker sulu havuçlar.10 sene önce Türkiye’de gerçek tadıyla yiyebildiğimiz meyve,sebzeyi yemek Avustralya yollarında kısmetmiş.
Lakes Entrance şehri kenarındaki Ninety Mile Beach’te Gippsland Lake ile Güney Okyanusunun birleştiği yerden küçük köprüler üzerinden geçtik.
Bizim meşhur “Princess Highway” orman yolu, bizi okyanus kenarından Mallacoota’ya ulaştıracak 3 saat sonra.
En bereketli toprakların national parklar olduğuna kanaat getirdik. GPS, GPS sorarım sana, var mı başka national park bu yakınlarda?Elbette,siz isteyin yeter ki…
Saatlerimiz 13:20.Croajingolong National Park’a sürdük atımızı, pardon arabamızı. Adından belli Aborjinlerin Viktorya eyaletindeki geleneksel ülkelerindenmiş. Yol tek yön.Yağmur arabayı savuruyor.Tahta köprü bizi de çeker mi?Bir bakıp dönecektik.Az gittik uz gittik park içinde yolun bittiği yere ulaştık elbette. Thurra River Campground yolun sonu da mevsim uygun değil kamp yapmak için.52 çeşit memeli, martı,kartal,şahin,atmaca,papağan,fok bulunuyor parkta.Biz şahin görebildik en azından.Bitki örtüsü,ılık yağmur ormanları ,fundalık ve çalılık.
Yemeği hak etti kaşifler.Mallacoota şehrinde, koy kıyısında önce arabanın midesini dolduruyoruz.Sonra Tai yemeği yapan bir kafede vejeteryan yer fıstıklı noodle siparişi veriyoruz.Pek taze değil galiba.Yemek pişedursun başka bir şeyler bulabilir miyiz yiyecek.Her yer kapalı.Köşede küçük bir takeaway çin lokantası.Peki sizin tavukları da biraz gıdıklayalım.Bol marullu noodle çorbaları da portföyümüze kattıktan sonra, yağmur,fırtına demedik.Nadgee State Forest içinden geçen yoldan ulaştık Safir Sahillerindeki “Cennet” şehrine.Nasıl diyor siz Fransızlar “Eden”miydi cennetin adı?”Katil Balina” müzesinin yanında, Okyanus manzaralı bir motel.Dev dalgalar eşlik edecek rüyalarımıza.Bir kaç iltifat ve sevimli bir pazarlık sonucu 70$dan 55$’a indirdik geceliğini otelin.Yeni fırından çıkmış tarçınlı Alman kurabiyesi, ikramımız iltifat karşılığı.İncir,fıstık,elma dolu hediye poşeti de kapı koluna asılmış .
“Avustralya’da gece safarileri pek bir hoş olur”,dedik. Ben Boyd National Park 11 km mesafede. Hiç durur muyuz! Şehirdeki Bi-La marketten, alın fenerlerimize yedek pil aldık.Bir de büyük ekmek bıçağı.”Gece vakti.Dost var.Düşman var.”, diyerek çıktık gece safarisine.11km.GPS’in azizliği sebebiyle ters yöne gidince biraz uzadı.Mount Imlay National Parkının girişinde, keseli gruptan bir küçük hayvan bizi beklemekte.Saat 20 civarı şehre yakın Ben Boyd National Parkta ormanlık bölgenin sahil kenarındaki en uç noktasındayız.Birkaç valabi denen bu bölgeye özgü küçük kanguru geçti yanımızdan.Yaşasın!Görüntü almayı da başardık.Birkaç tur daha attıktan sonra motele dönüyoruz.Market kapanmadan aldığımız ekmek bıçağını da iade ettik.”Almaktan vazgeçtik.”, diyerek.Kullanmamıza gerek kalmadı çok şükür.Hayat ne keyifli!Dolce Vita, Mama Mia!

23.08.2008: Kuşsütü yok kahvaltımızda ama avakado,brezilya fıstığı,ceviz iyi gitti bizim yunan keçi peyniri ve zeytinin yanında.Üzümlü kızarmış ekmek de afiyetle indi midelere.Yağmur dindi gibi.Eden şehri safir sahillerini, bir de gün ışığında görelim.Okyanus kumları bir başka.Broadwater State Forest içinden Pambula şehrine ulaştık.Tahta köprüler.Okyanus lagün olmuş Pambula Lake adıyla.
Bir sonraki şehir 20 dakika mesafedeki Merimbula. Falez kıyısında dev dalgalar ve geniş safir sahilleri ve okyanusun içerilere girdiği Merimbula Lake ile çok güzel bir şehir. Çok uzun ağaçlar görüyoruz. Sulak topraklar ne de olsa!Merimbula’dan Tathra şehrine, Bournda National Park içindeki ormanlık yoldan gidiyoruz. Dev termit karınca yuvaları ilgimizi çekti.
Birbirine çok yakın safir sahillerinden Bega’ya 20 km.de Mimosa Rocks National Park’tayız şimdi. Park; okaliptus ormanları ve fundalıklar ile sahil bölümünde Nelson lagünü ve Nelson deresi üzerinde su kuşları ile göçmen kuşlara habitat sağlayan 25.000 yıllık bir aborjin bölgesi.
Narooma sahil kentinde küçük bir ihtiyaç molası. Şehirden 1 saat yolculuk sonunda Eurubodalla National Park üzerinden Deua National Park’a geçtik.Deua River ve dev eğrelti otları ile muhteşem bir doğa.Kamp yapılan Bakers Flat bölgesinde barbekü yapılması için hazırlanmış ateş sıçramasını engelleyen mangal, ne iyi düşünülmüş!Ormanda bir-iki saat geziniyoruz.
Saat 14:40 gibi Batemans Bay’dayız.Okyanus,lagün,dere ve göller.Yatlar oldukça modern.Balina izleme turları hafta sonu başlıyormuş. Bir hafta erken gelmişiz maalesef. Balıkçılıkla uğraşan ve denize girenler için okyanus balıkları uyarı ve bilgi levhaları.Okyanusun kenarındayız ya, elbette yemeğimiz de okyanustan olacak.Marketten aldığımız 3 litrelik portakal suyumuz fish&cipsten aldığımız ızgara okyanus balığı ile nihayet bitti.Yan kafede motosikletçi bayan,erkek birkaç kişi dışında kimsecikler görünmüyor.Uladulla’ya giderken South Brooman State Forest’a dalmışız.Yağmur,fırtına yok.Güneş çıktı.
Eh milli park krizimiz de tuttu.Ulladulla şehrine 15 dakika mesafede Meroo National Park da yolumuzun üstünde.Aferin şu princess highway’e.Şelalesi,gölü,okyanus sahili,çalılığı “spotted gum”bizde difenbahya imiş(bahtiyar olduk biz de)denen beyaz çiçekli bir cins okaliptus ağacı.Parkta kanguru görmek kısmet oldu gene.Sevimli koalalar nerdesiniz yahu 3500 km.yaptıkHala sizi göremedik.
Ulladulla şehrinde “just hot water”diye aldığımız ikram sıcak suya yaptığımız kahveler, içimizi ısıttı. Tam burjuvayız. Kahve içmeye, bir şehirden diğerine geçiyoruz.
Saatlerimiz 17:30.Hava kararmak üzere.Nowra şehri üzerinden Sydney’den önceki son okyanus şehri Kiama’ya geldik.Tepeler üzerinde,falez,dev bir kumsal, deniz feneri ve ışıl ışıl modern ve şirin bir şehir.Kumsalda ressam günbatımını resmediyor.Biz de dev kaya üzerinden fotoğraflıyoruz şehri.Çam ağaçları,tek katlı bir sıra dizilmiş evlerin önünde pembeli,sarılı,beyazlı rengarenk çiçekler pek şık duruyor.Saat 17:44’te gün batımını geçiriyoruz Kiama’da.”Keşke sadece gün batımını değil birkaç günü de geçirseydik bu güzellikte”, diyeceğiz daha sonra.

Okyanus şehirleri turumuz burada nihayetlendi. Şimdi Sydney’e yol alalım.120 km.var daha. Avustralya demek Sydney demek. O zaman bekle bizi Sydney, geliyoruz sana.

Avustralya 7 kıta zirvelerinden Kozzy Dağı






AVUSTRALYA Mount Kosciuszko Dağı ve Milli Parkı Ekspedisyonu

Ekip:Haki ENGİN,Ebru OZAGCA
Tarih:15-20 Ağustos 2008

15.08.2008:Emirates Hava Yolları’ndan 19:25 İstanbul’dan hareketle Dubai üzerinden Sydney’e gideceğiz. Uçakta tek boş yer, sanırım şimdilik tuvaletler.

17.08.2008:22 saatlik bir uçuş sonrası Sydney’e saat 07:35’te indik. Görevliler güleç yüzleri ile bizleri çok fazla bekletmeden giriş işlemlerimizi tamamlıyorlar. Tek sordukları;”Yanınızda dışardan getirdiğiniz herhangi bir yiyecek var mı?”Bunu elbette acıktıklarından değil, yurda yiyecek girişinin ,çeşitli sebeplerle,tamamen yasak olmasından dolayı soruyorlar. Sydney’de hava 14-15 derece, güneşli. Snowy Mountains,Kozzy Milli Parkı’na gitmek istiyoruz vakit kaybetmeden. Dağ bizi bekliyor çünkü.

Bavulları aldıktan sonra, araba kiralama ofislerinin bulunduğu bölüme yöneliyoruz. Trafik Avustralya’da sağdan. ”Otoyollar nasıldır? Trafik yoğunsa? Nasıl gideriz?”, diyoruz ama çok yer görmek istiyorsak araba kiralamaktan başka seçeneğimiz olmadığına karar verdik.
Sydney’den Snowy Mountains Kozzy Dağı’nın bulunduğu Jindabyne şehrine 6 saat sürecek araba yolculuğumuz, ters yön trafikte bakalım nasıl geçecek?
Yola çıkmadan botları, kamerayı, güneş kremi, gözlük vb.gibi malzemeyi ayrı bir çantaya koyduk. Navigasyon aletini biraz kurcaladık. Anayola çıkış soldan değil sağdan. Doğal olarak sollama yok, sağlama var! Kırk yıllık alışkanlık; sinyal verelim derken elimiz hep silecek çalıştırma düğmesine gidiyor. Sabah 9.20’de ağır ağır yola koyulduk; kırmızı ışıkları da ortalayarak otobana çıktık. Otobanlar oldukça geniş.
İlk molamızı yüz km.sonra bir BP istasyonunda veriyoruz. Saat 11.00 olmuş. Biraz kafeinle yorgunluğumuzu kandıralım. Çay, kahve sandviç vb.yarım saat oyalandıktan sonra yola devam ediyoruz. Beş saatlik yolumuz var daha. Trafiğe alıştık gibi. Hume Highway denen 130 km sürecek ikinci otobana çıktık. Otoban kenarında beş yüz metrede bir karşımıza çıkan trafik uyarı levhaları, papağan gibi konuşuyor.”Yorgunluğu sadece uyku öldürür. Göz kapaklarınız mı düşüyor,300m sonra dinlenme yerimiz sizi bekliyor. Dinlen, hayatta kal, uzun yaşa”, vb. mizahi trafik levhaları ile önleyici faaliyetler devam ediyor.
Avustralya kıtasındayız işte. Kanguru resmi ve 8 km içinde karşınıza çıkabilir, Dikkat!” Yaban hayatı 10 km.de Dikkat!“, işaretleri. Sağda ve solda geniş okaliptüs ağaçlarından oluşmuş ormanlık bölgeler, bazen bir tarafımızda göl ve nehirler, bazen geniş yemyeşil tarlalar... Geniş bir köprüden Lake George gölü üzerinden geçiyoruz. Köprüler, büyük göl ve nehirleri yollara bağlıyor. Tek katlı bahçeli geniş evler... Telgrafın tellerine papağanlar konuyor Avustralya’da. Saat 14.30 gibi Kozzy Milli Parkı’nın bulunduğu şehre 90 km. mesafedeki Cooma şehrine vardık. Şirin bir dağ kasabası sanki. Hava taze ama çok sert.. Kimsecikler görünmüyor. Hayalet şehir de miyiz? Çok acıktık. Her yer kapalı. Meydandaki büyük parkta toplanmakta olan pazardan ekmek, biraz elma alıyoruz. Bunlar adamı doyurmaz ki! Civardaki tek açık kafeye oturup, ilk balkabağı çorbamızı, oldukça tatlı olduğundan bol karabiber takviyesiyle, içiyoruz.
Biraz bastırdık açlığımızı. Arabaya bindik tekrar. Bu şirin şehri bir de kameraya çekelim. “Kameranın olduğu çanta neredeydi? Arka koltuğa koymamış mıydım? Bagajda mı yoksa? Olamaz, çanta yok! Mola verdiğimiz yerlerden birinde bıraktık kesin.” Saat 16:00.Geldiğimiz yoldan 5 saat geri gitsek, hatırlamaya çalışsak bile, çantayı bulma ihtimalimiz çok düşük. En az 2 milyarlık eşya vardı içinde. Kim bilir kim aldı! Moraller bozuldu. Biraz kötü başladık. Cooma’da komaya girdik,yazık oldu.Biz en iyisi devam edelim bu kadar yaklaşmışken Kozzy Dağı’na.Dağ ekspedisyonunu yaptıktan sonra,çantayı arayalım.Dönüş yolunu okyanus kıyısından yapmayı planlıyorduk oysa ki.
Yola koyulduk koyulmasına da, dağ botları da çantadaydı! İyi de bot olmadan, dağa çıkamayız ki! Geri dönmek şart oldu. Böylece tamamen yabancısı olduğumuz bu kıtada, Kozzy Dağı’nın bulunduğu Milli Park’a yakın kalacağımız otele bir saat kala, üstelik hava kararırken U dönüşü yapıyoruz ;“Yollarda bulurum Seni!”şarkısını mırıldanarak.
Yollar bayağı tanıdık artık. Hız sınırı 110km.ydi galiba. Bizim hızımız ise 120-130km.Tüh! Benzin de azaldı. Beyin fırtınasına devam. Çantayı nerede bırakmış olabiliriz? Ve düğüm çözülüyor! Eureka! Sydney’den Canberra’ya gelirken ilk durduğumuz BP istasyonu avlu önüne bırakmıştık. Ters yön trafikte karşı tarafa nasıl gideceğiz şimdi? Aman derdimiz bu olsun. BP göründü karşıdan. Çantayı bıraktığımız yere koşturuyoruz. Kafedeki güler yüzlü bayan, bir öğretmen edasıyla ”Sakın eşyalarınızı bir daha yanınızdan ayırmayın,” diye sıkı sıkı tembih ederek teslim ediyor çantamızı.
Hayat ne kadar güzel! İnsanlık ölmemiş. Demek dünyada bozulmamış yerler kalmış.
Saat 19.30.Yolumuz uzun. Dağ yolculuğuna kaldığımız yerden devam. Rakım yükseldikçe don ve buzlanma artmaya başladı. Dar ve karanlık yollardayız artık. Dışarısı tahmini sıfırın altında 5 derece. Kosciuszko Milli Parkı’nın eteğindeki Jindabyne (NSW)’ye ulaştığımızda saat 23:20 olmuştu. Gecelemek için yer ayırttığımız Lake Jindabyne gölü kenarındaki Karavan Park’ta herkes uykuda. Resepsiyon da kapalı. Sıcaklık eksi yedilerde ve biz, başka bir alternatifimiz olmadığı için, ateş kırmızısı minik arabamızın içinde sabahın olmasını beklemek zorundayız.

18.08.2008:Arabayı arada bir çalıştırıp ısınmaya çalışıyoruz. Gece 02.20,araba çalışmıyor! Aksilik ,akü bitti galiba. Dağ kıyafetlerimizi üst üste giyip sabahın olmasını bekliyoruz. O kadar olumsuz şeye rağmen, enerjimiz yerinde. Gün ışıdı çok şükür. Sıcak suya çayla kendimize gelelim. Arabayı tamir ettirelim. Dağı zirvesinden fethedelim bugün. Meğer arabada arıza yokmuş! Debriyaj güvenli pozisyonundaymış sadece. Gece üşüdüğümüze yanıp, kahvaltıda son defalığına bol karabiberli tatlı balkabağı çorbamızı içmeye bir bistroya gidiyoruz;.Bistro içinde hediyelik eşyalar da satılıyor.Küçük bir not dikkatimizi çekiyor.”Mağazamızdan bir şeyler çalmayı planlıyorsanız lütfen kameralara gülümseyin!”

Jindabyne’den Kozzy Milli parkına doğru 10.00’da yola çıktık. Dağ eteğinden virajlı yoldan yükseliyoruz. Yavaş gidiyoruz. Yol kenarında birkaç ölü kanguruya üzülüyoruz. Kırmızı haç ile işaretlenmiş. Toplayacakları için işaretliyorlar, demek ki. Trafik uyarı levhaları,” 4X4 harici arabalara zincir takınız.” “Yollar kupkuru, kardan eser yok. Zincir mi takılırmış bu yolda?”, diyerek devam ediyoruz. Yolun bir şeridi görevliler tarafından kapatılıyor. Yol çalışması var her halde. Bize selam veriyorlar gülerek. Ne güler yüzlü millet şu Avustralyalılar! Milli Parkın girişine geliyoruz. Giriş ücreti arabalar için 27 dolar.”Biz doğa rehberiyiz. Ormana gözcülük etmeye geldik.”, diyoruz ama görevli “Şansınızı yarın deneyin. Bugünlük ödeme yapmanız gerek”, diyor gülerek.
Küçük köprüler üzerinden Wraggers,Prussian,Pipers ve Perisher derelerini geçiyoruz.Yol boyu karla kaplı okaliptüs ağaçları;Snow Gum,Heat,Herbsfield bu ağaç cinslerini Koalalar çok severmiş.Snowy Mountains karlı dağlar görünmeye başladı.
Araç ile ulaşılan son nokta Perisher Valley’e vardık.Kayak Merkezleri,bilgi danışma, telesiyeler,kayak yapanlar…Arabayı uygun bir yere park ediyoruz.
Büyük bir araç yanımızda duruyor kısa bir süre sonra. Polis olduğunu söyleyen kişi, sakin ses tonuyla ”Zincirlerinizi görebilir miyim?”,diye soruyor. Meğer buraya gelirken yolda gördüğümüz görevliler trafik polisi imiş, bize el sallamıyorlarmış. Zincir kontrolü için durdurmaya çalışıyorlarmış! Mart-Eylül arası hava ve yollar nasıl olursa olsun zincir taşımak mecburi imiş. Cezası 300$.”Gidip zincir alıp gelmenize tolerans gösteririm”, diyor polis. Mecburen geri dönüyoruz. Zincirleme aksilikler devam ediyor. Bir günde ne kadar çok şey yaşadık!
Paketinden hiç çıkarılmayacak zincirlerimizle Perisher Valley’e tekrar vardığımızda, polis kontrol için yanımızdaydı gene. Bize iyi şanslar dilediğinde saat 12.30 olmuştu.
Buradan dağ çıkışına başlanabilecek Charlotte Pass’a, sadece SnowCat denen kar araçları çıkabiliyor. ”Yarım saatte oraya ulaşsak, 14.00 gibi yürüyüşe başlasak, bugün hava kararmadan zirve yapıp dönebilir miyiz, dönemez miyiz?”,hesabı yapıyoruz. Etraf tamamen kar ve buzla kaplı. Sıcaklık eksi 4 derece. Snowcat ile 1625m.deki Charlotte Pass’a ulaştık.Snowy Mountains adı verilen bölgede Mt.Piper,Mt.Wheatley,Mt.Perisher,Mt.Blue Cow ve Mt.Kosciuszko adlı dağlar etrafımızda tüm heybetiyle. GPS’i açtık.En yüksek dağı görür,yönü de tayin edersek sırttan çıkış kolay,yolu biz buluruz. Kayak yapan birkaç kişiye yönü soruyoruz. Şaşkın bir ifade ile”Bu mevsimde, hem de bu saatte mi çıkmayı düşünüyorsunuz?”,diyorlar. Bir gün önce 3 kişi çığ altında kalmış. Biri hayatını kaybetmiş. Yağış tipiye döndü. Zirveye uzaklık konusunda cevaplar farklı.8 km diyen var 12km diyen var. Hava da 17:30 gibi kararıyor. Biraz daha yürüyoruz, doğru yönü tespit etme ümidiyle. Oldukça yorgunuz,3 gecedir uyumadık ki. Yarım saat gittikten sonra dönmeye karar veriyoruz. Yakınlardaki bir otel resepsiyonunda biraz soluklanalım. Bizim dağa çıkmayı düşündüğümüzü duyunca, bölge alarma geçmiş meğer. Arama-kurtarma görevlileri bizi durdurmak için arıyorlarmış her yerde.
Ağır kış koşulları hüküm sürüyor. Kar yer yer 20 metre. Ağaçların büyük bölümü karlar altında. Hafife almışız. Erken yola koyulabilmek için buralarda konaklamalıyız.7-8 özel lounge,2 şalet var kalmak için. Tek tek soruyoruz hepsine. Hiç birinde yer yok. Bir tek burası kaldı. Ya burada da yer yoksa! Koltuk üstünde sabahlamamıza izin vermezler ki. Bivaklarımız yanımızda olsaydı keşke. Dönmeyeceğiz. Bekleyeceğiz bir şekilde ikna edip yer bulmak için. Gece kalabileceğimiz tek bir yer var,ama 400$ !Dağdan çok,dağa girmek için büyük bir mücadele verdik şimdiye kadar.Mecburen kalacağız. Yarın hava açık olacakmış. Öngörülen hava durumu gece eksi 12 gündüz eksi 5.

19.08.2008:Sabah 5.Hava yağışsız.”Yola şimdi çıksak mı?”.Uyku ağır bastı. Hem kahvaltı edersek daha enerjik oluruz.
Kahvaltıdan sonra 07:45 ‘te 9 km.lik zirve yürüyüşümüze başladık. Dik bir tırmanış ile Polish trail’e(Polonya Patikası) çıktık. Hava güneşli ve açık. Zaman zaman buz üstünden, zaman zaman kara batıp çıkarak yürüyüşümüz devam ediyor. Buz sanıp bastığımız yer, yer değilmiş. Tamamen kar altında kalan okaliptüs ağacın tepesiymiş. Çok derin çukura düştük. Olabildiğince dikkatli yürümek gerek. 300er metre aralıklarla dizili değnekler yol tayinini kolaylaştırdı.
Alpine way’deyiz.Bölge, birçok hayvan çeşidi ve endemik bitkiye ev sahipliği yapıyor.Patikanın güney doğusunda Spencer Deresi,batısında Thredbo River nehri ve doğusunda Snowy River geçiyor ve Jindabyne Gölü ile birleşiyor.Kış mevsiminde tek görebildiğimiz kar ve buz.
Yürüyüşümüze sırt üzerinden devam ettik.2000 metreye kadar ağaç var tahminen. Çığ tehlikesine karşın olabildiğine sessiz hareket ediyoruz. Dağcı ve snowboard yapanların zor koşullarda konaklayabilecekleri Seaman’s Hut denen küçük bir kulübeye ulaştık. Kulübe,1924 yılında ölen Seaman adlı bir dağcıya ithaf edilmiş. 2002’de bu bölgede hayatlarını kaybeden dört genç snowbordcu anısına da köşe hazırlanmış kulübenin içinde. Zirve defteri benzeri bir defter var.Kısa molada biz de bir şeyler karalıyoruz deftere. Zirvenin son bir km.lik bölümündeyiz. 75 derece eğimli dik bölgede, zaman zaman bir buçuk metrenin üstündeki yumuşak kara bata çıka, tırmanmaya çalışıyoruz. Zirvede sert bir rüzgâr karşıladı bizi.11.30 civarı ulaştığımız 2228m.yükseklikteki Avustralya’nın en yüksek zirvesinde,kısa bir kamera çekimi ve birkaç fotoğraf alıp hızla dönüşe koyulduk. Hava bir anda tipiye döndü. Görme mesafesi iyice azaldı. Rüzgâr şiddetlendi. Hiç mola vermeden ve kar çukurlarında batmamaya çalışarak, geldiğimiz yönü takip etmeye çalışıyoruz. Adrenalin dolu bir yürüyüş sonrası 14.30’da Charlotte Pass’a ulaştık. Otelde birer sıcak çay içtik. Aracı bıraktığımız Perisher Valley’e 15 km. mesafedeyiz.”Yürüyebilir miyiz? Yoksa SnowCat kar aracı ile mi dönelim?” Zirveyi yapmış olmanın, sayısız engeli geçmiş olmanın verdiği enerji ve mutlulukla “Yürürüz!”, diyoruz. Bu arada hava kapadıkça kapıyor. Tipi şiddetlendi. Snowcat’inn kalktığı yerden devam edelim yürüyüşe. “Bir dakika! Araçta boş yer kalmış mı acaba? Oh be! Yer var.” Biz en iyisi zirve yürüyüşümüzü tadında bırakalım. Daha fazla risk almayalım. Araca binip paşa paşa dönelim. Dönüş bedavaymış üstelik.
Aracımıza ulaştık. Kosciuszko Road yolu üzerinde kiraladığımız zincirleri geri verdik. Jindabayne nehri üzerinde birkaç fotoğraf çekerek, şehrin eteğinde akşam yediye kadar açık Fish&Cips’ten kapanmaya beşi dakika kala kızarmış balık,yengeç çubuğu,kalamar ve iki dilim ananas alan son müşteri olmayı da başardık.Artık bölgeden ,sadece tüm anılarımızı yanımıza alıp hızla ayrılmak istiyoruz.
Tamamen ormanın içinden geçen Alpine Way yoluna çıktık. Yol muhteşem. Yaban hayatını tüm canlılığı ile görebiliriz. Ama yoğun buzlu ve kaygan yol, gece karanlığından başka bir şey göstermiyordu. Bir süre sonra “Benzin bitiyor!” sinyali de gelmeye başlamasın mı? Yaban hayvanları harici hiçbir canlının geçmediği yol üzerinde benzinsiz kalmak, zirvede yan gelip yatmaya benzemeyecek. Dehşetle U dönüşü yaptık. Arabanın karnını doyurup devam ettik. Rüzgârın şiddeti ve yoldaki buzlanma, araç hâkimiyetini asgariye indiriyor.Çok yavaş gitmemiz sayesinde,tahminen bir iki saat önce devrilerek yolu kapayan dev bir ağacın kenarında durmayı başardık. Peşimizden gelen bir araç, büyük bir hızla geri dönüyor. Korktu galiba. Biz ise, dalların bir kısmını kaldırarak yol açtık kendimize ve cesurca devam ettik. Belki de benzin almak için geri dönmesek, ağaç üstümüze devrilecekti...
Yol üzerinde bir iki kanguru görüyoruz.Çok hızlı koştular.Fotoğraf çekemedik.Tüh! Keşke bu yoldan gündüz geçebilseydik.22.00 civarı KhanCoban adlı,Kozzy’nin güney batı kapısında bulunan başka bir hayalet dağ şehrine ulaştık. Meğer bizi Milli Park’ın bu yakasında, boz-gri oldukça iri ve vahşi kanguru familyaları bekliyormuş. Birkaç görüntü alabildik. Şans eseri açık bir motel gördük hayvanların yanı başında. Gelecek sezonun rezervasyonlarına bakmak için o gün gelmiş motel sahibi. Türk pazarlığına pek sıcak bakmadı. Söylediği fiyata biz ikna ettik kendimizi. Kozzy Milli Parkı’ndaki son gecemizi, taze orman havasında kanguru yanında, bolca geyik, çeşitli yaban kuşları ve bilmediğimiz hayvan sesleri arasında geçirerek günü karşıladık.

20.08.2008:Avustralya kıtasının en yüksek Dağı ve Milli Park’ına keşif yolculuğumuz bugün nihayetleniyor.”Avustralya kışını okyanus kıyısından da görelim bir de; Melbourne’dan Sydney’e sahilden devam edelim.”,diyoruz. Bakalım kıtada biz daha ne sürprizler bekliyor.

Doğayla dost keyifli günler dileğiyle,
Ebru OZAGCA
Haki ENGİN