6 Nisan 2010 Salı

TAYVAN-JADE (YUSHAN DAGI)ZİRVESİ

Tropikal adalarda geçirdiğimiz maceralı yolculuk, Bali’de geçirdiğimiz birkaç günün ardından sona eriyor. Gezinin ikinci bölümü Tayvan topraklarında devam ediyor.
3-14 Mart 2010















Serüvenle dolu gezinin ikinci bölümü; Endonezya’nın tropikal adalarından Doğu Asya’da, Çin Cumhuriyetinin güneydoğu sahillerindeki en büyük adası subtropikal Tayvan’a, diğer bilinen adıyla Formoso’ya çeviriyorum yönümü.
Endonezya’da, muson yağmurları gerekçesi ile dağın ve milli parkın tüm girişlere kapatılması sebebiyle dağa çıkamadık. Tayvan’da mutlaka en yüksek zirve, 3952m. yükseklikteki Jade’ye(Yuhsan)çıkmayı deneyeceğim.
Uzun bir yolculuk bekliyor beni. Bali’den Jakarta’ya oradan da Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’a varıyorum gece yarısı. Kuala Lumpur’dan Tayvan’ın başkenti Taipei’ye uçuşum ertesi sabah. Dört saatten fazla sürüyor uçuş. Öğle saatleri havaalanındayım. Tarih 3 Mart 2010.
23 milyonluk kalabalık nüfusuyla Tayva,n tahmin ettiğimden çok modern ve düzenli. Küçük bir ada için oldukça kalabalık bir nüfus; Japonya’ya çok benziyor.
Tüm işaret ve levhalar Çince ama yardım almak çok kolay. Arayıp sormama gerek kalmadan hızlı trenlere biletimi alıyorum. Saatte 300km. hız yapan tren, Japon teknolojisi ile 2007’de hizmete girmiş. Batı sahilinde Taipei’den Kaohsiung şehrine kadar toplam 345 km. mesafe gidiyor. Ben Jade Dağı’na yakın Tayvan’ın güneyinde yer alan Tainan şehrinde ineceğim. Tren çok modern. Yemyeşil ormanlar ve modern yapılar arasından süratle gidiyoruz.
Akşam beş gibi Tainan’da iniyorum. Hava ılık. Endonezya’nın ağır, bunaltıcı nemli havasından sonra nihayet burada nefes alınabiliyor. Bir taksiyle şehir merkezine geliyorum. Çok modern bir tatil kasabasını andırıyor şehir; düzenli ve temiz. Tayvan’ın dördüncü büyük şehri 1600lerden 1800’lerin sonuna kadar ülkenin başkentiymiş burası.
















Şehrin ana caddesi bizim küçük şehirlerdeki Cumhuriyet Caddesi benzeri.Cadde üzerinde bir otele yerleşiyorum. Şehirler çok ilgimi çekmez ama biraz tanımaya çalışıyorum akşamüzeri. Tarihi binaları ve harabelerinin yanında şehre özgü Tainan kanalı, Japon sömürge döneminden kalma. Bu kanal ile Anping Limanı’ndan deniz, şehrin içine kadar giriyor. Buradaki “Deniz Tanrıçası” heykelinin de kısmet ve sağlık dağıttığına inanılıyormuş.













Şehrin diğer bir özelliği, benim de en çok ilgi alanıma giren, Tayvan mutfağının en iyi örneklerini sergilemesiymiş. Çok büyük, ışıl ışıl, temiz ve modern vejetaryen bir lokanta çıkıyor karşıma. Akşam yemeğinde buradaki birbirinden lezzetli yerel yiyeceği denedikten sonra dinlenmeye çekiliyorum.
Sabah saatleri; çok güçlü bir sarsıntı ile yataktan fırladım. Otel zangır zangır sallanıyor. İçgüdüsel olarak odadaki kolonun altına koşup bekliyorum. Bu bir deprem! Dışarıdan gürültü ve çığlıklar geliyor. Hiç bitmeyecek gibi gelen sürenin sonunda sallantı dindi gibi. Moralim bozuldu. Türkiye deprem kuşağında ama ben hayatımda ilk defa bir yersarsıntısını bu kadar yakından yaşıyorum, hem de köyümden binlerce kilometre uzaktayken ve geldiğim günün sabahı oluyor tüm bunlar.
Dışarı çıkıyorum. Şehirde korktuğum gibi bir manzarayla karşılaşmıyorum ama.”Ring of Fire” denen pasifik deprem kuşağındaki Tayvan’da altyapı çok iyi. Bir yere oturup haberleri izliyorum.6,4 şiddetindeymiş maddi hasar az, can kaybı onlu rakamlarla telaffuz ediliyor. Aynı günlerde dünyanın diğer ucunda, bizde, Elazığ’daki deprem ise on bin kişiyi yerinden ettiğini öğrendim daha sonra. Bulunduğum şehirdeki depremde bir tekstil fabrikasında çıkan yangından görüntüler tüm dünya televizyon kanallarında. Bir de deprem sırasında hızlı trende olan ve saatlerce sıcak altında trenden kurtarılmayı bekleyenler. Dün yola çıkmasaydı, belki bugün ben de bu trende olacaktım.
Şimdi düşünüyorum da hayat tesadüf ve mucizelerle dolu. Anı yaşayabilmek bu noktada çok daha büyük anlam kazanıyor.
Gün boyu artçı depremler devam etti. Bu doğal felaketin yarattığı moralsizlik içinde akşama doğru kendimi halsiz hissetmeye başladım. Odama çekilip dinleneyim en iyisi.
Aylar önceden Jade Dağı’na çıkmak için Milli Park yetkilileri ile görüştüm. Catherine adlı park görevlisi, Milli Parka giriş günümü 8 Mart olarak bildirdi Dört günüm var daha.
Gece ateşim yükseldi birden. Müthiş bir mide sancısı ve bulantı başladı. Tüm vücudum titriyor. Baş ağrım şiddetli. Sabahı zor ediyorum, kıvranıyorum. Gün aydınlandı ama yataktan çıkacak halim yok. Bayılır gibi oluyorum bir ara.
Odaya yiyecek bir şeyler istetiyorum kendimi toparlarım ümidiyle, ama maalesef kendime gelemedim. Kötü sürprizler üst üste devam ediyor. Yıllardır seyahat ederim ama deprem ya da böyle bir hastalık gibi bir durumla ilk kez karşılaşıyorum. Dağa gideceğim güne kadar toparlanmam lazım. Oysa şu an banyoya bile gidecek halim yok. Dağa çıkamazsam çok üzüleceğim. Tekrar arıyorum resepsiyonu. Benim acilen bir doktora görünmem lazım. Güç bela bir taksiye atlayıp özel bir hastaneye ulaşıyorum. Tüm çalışanlar çok yardımcı. Az biraz İngilizce bilen doktor, rahatsızlığımın bir virüsten kaynaklanabileceğini söylüyor. Dağa çıkmak için geldiğimi söyleyince,”Kesinlikle tavsiye etmem bu durumda, Siz şu ilacı bir kullanın. Oldukça güçlüdür. Kontrole bekliyorum dört gün sonra.”,diyerek beni yolcu ediyor. Dört adet tablet yazılı reçetede. Eczaneden alıp otele gidiyorum.
Tüh! Fare gibi sıkıştım kaldım dört duvar arasında. Moralimi yüksek tutmam çok zor. İlacın etkisiyle ertesi gün öğle saatlerine kadar uyumuşum. Mide ve baş ağrısı devam ediyor hâlen. Odadan çıkmıyorum hiç. Otel odasındaki üçüncü günüm. Biraz daha iyiyim sanki.
Kafamda bir umut ışığı beliriyor. Dağ beni davet etti. Mutlaka gitmem lazım ziyaretine. Milli parkı arayarak önceden belirlendiği gibi 8’inde park girişinde olacağımı teyit ediyorum. Enerji depolamam lazım şimdi. Dışarı çıkıp mümkün olduğunca bir şeyler yemeye çalışıyorum. Son ilacı da aldım. Kendimi iyi hissediyorum şu an. İyi ki hemen doktora gitmişim.
Hızlı trenle Yushan Milli Parkı eteğindeki Shueilli kasabasına bir buçuk saatte ulaşıyorum. “Erik ülkesi” olarak da bilinen Shueilli’nin erikleri çok meşhur. Bu mevsimde erik ağaçları çiçek açmış. Çok modern bir kasabadayım. Bir pansiyona yerleşip çevre ve Jade Dağı ile ilgili bilgi toplamaya çalışıyorum. Bölgede organik meyve yetiştirdiğini anlatan güler yüzlü biri, bana yardımcı olmak istiyor. Arabasıyla iki saatte beni virajlı, zorlu dağ yollarından milli park girişine kadar götürüyor.

















Girişte görevliler listelere bakıyor, izin belgemi soruyor. Benimle ilgili hiçbir kayıt yok.
“Sizden Catherine isimli biriyle görüşmüştüm. Benim işlemlerimle o ilgilenecekti.”,diyorum. Kimse tanımıyor. Yabancılarla iletişimde İngilizce isimler kullandıkları için gerçekte kiminle görüştüğümü bulamıyorlar bir türlü. Israrlarım faydalı olmadı. Neyse ki yazışmaların çıktısı yanımda. İkna oluyorlar nihayet. Ekipman ve çanta kontrolü yapıyorlar şimdi.
”Zirveye çıkmanıza izin veremeyiz.” ,diyorlar bu sefer. “Bugün zirvede buz ve kar çok olduğu için kramponsuz bir dağcı kaza geçirdi. Geçici bir önlem olarak kramponu olmayan hiç kimsenin zirve yapmasına izin verilmiyor. Sizin de kramponunuz yok.”













“İyi de ne internet sitenizde, ne de sizinle yaptığım yazışmalarda gereken malzemelerde bunu belirtmediniz. Buradan kiralayamaz mıyım?”
Cevap olumsuz. Benimle birlikte dağa çıkacak grupta da kimsede yok krampon.
Ben ve iki Çinli çiftten oluşan grubumuzun sadece batı zirvesine çıkması için onay verip evrakları teslim ediyorlar. Yağmur şiddetli. Sabah 10.30’da Tatachia’daki geniş patikadan yürüyüşe başlıyoruz. Birkaç gündür yaşadığım berbat hastalık belleğimden tamamen çıktı. Tamamen dağa odaklandığım için belki de.








Jade’nin İngilizce karşılığı yeşim taşı. Dağın zirvesi kışın yeşim taşı gibi ışıldadığı için bu adı almış. Bitki örtüsü ve hayvanlara zarar verilmemesi için sadece dar bir patika açılmış dağcılara. Zaten arazinin yapısı, subtropikal çok sık bitki örtüsü ve uçurumlar patikanın dışına çıkılmasına imkân tanımıyor. Arazi yapısı hiç bozulmamış. Doğal bir şekilde korunuyor gelecek kuşaklar için. Dik uçurumların kıyıları bir insanın geçebileceği genişlikteki tahta köprüler veya dik duvarlara çakılan sabit zincirlerin desteği ile geçilebiliyor. Milli park çok iyi korunuyor!













Dağın eteğinde sık ve geniş yapraklı subtropikal iklim kuşağı bitkileri var; kestane, defne ve çam ve endemik rengârenk çiçekler iç içe. Binlerce yıllık görkemli anıt ağaçlar özgürce nefes alıyor. Endemik bitki örtüsünün yanında endemik hayvanlar; kuşlar, kelebek çeşitleri, sülün, ayı, makak, Asya geyiği, milli park sınırları içinde. Yürüyüşe başladıktan kısa bir süre sonra yağmur diniyor. Rengârenk kuşlar ortaya çıkmaya başladı.







Yükseklere doğru meşe, köknar ve çınar benzeri ağaçlarla ormanlık alan devam ediyor. Dağ dik ve kayalık. Derin uçurumlardan yuvarlanan taşlar sık sık karşımıza çıkıyor. Çarşak geçişi Çinli çiftleri oldukça zorladı. 2500 metrelere kadar 10 derece olan sıcaklık,3000 metrelerden sonra 3 dereceye düştü. 3402 metredeki ana kamp yerimiz Paiyun’a beş saatlik tırmanış sonunda ulaşıyoruz. Bu irtifada ağaçların üzerinde kar var.
Buradaki dağ evinde dinleneceğiz sabahın ilk saatlerine kadar. Birkaç Japon grup birkaç günden beri burada kalıyormuş. Dağın ana zirvesine çıkabilmek için krampon arayışım devam ediyor. Japonların hepsinin yanında krampon var.Şu anda zirveye çıkmayacak olsalar da krampon kiralama teklifime sıcak bakmıyorlar.
Sabah 3’te zirve için yola çıkıyoruz. Bizim gruptaki erkeklerden biri gelemiyor. Akut olmuş. Eşi de çok zorlanmıştı dün, buraya hep birlikte çıkabilmek için bir saatten fazla beklemiştik onu. Zirveye çıkmak için oldukça hırslı ve ısrarlı.
Alın fenerlerimizi takıp yola çıkıyoruz. Yarım saatlik dik tırmanıştan sonra gruptaki diğer er kişi de şiddetli baş ağrısı sebebiyle dönmeye karar verdi.”Yavaş yavaş dönerim. Siz merak etmeyin.”,diyor bana.
Zorlu patika çok belirgin değil, yer yer görünmüyor bile. Şiddetli rüzgâr ve dik meyil tırmanışı zorlaştırıyor. Sulu sepken altında uçurum kenarlarından ağır ağır yükseliyoruz. İki saatlik dik tırmanışla ana zirveyi çevreleyen kuzey, güney,doğu ve batı zirvelerinden 3518metre yükseklikteki batı zirvesine ulaşıyoruz. Ana zirveye sadece 400 metre var. Aklım zirvede kaldı ama çıkmak için gerekli iznim yok.











Mart ayında zirve yoğun karla kaplı. Zirvede de köknar ve ladin ağaçları ile ormanın içindeyiz hala. Zirvede “Oh be! Sonunda başardım.”,diyorum. Çok mücadele verdim bu anı yaşayabilmek için.
On-on beş dakika kaldıktan sonra inişe geçiyoruz. Gün aydınlandı. Yağış da kesildiği için çıkış rotasında göremediğimiz enfes güzellikleri görme fırsatımız oluyor inişte. Dağ evinde bekleyen arkadaşları da alıp, biz önde, onlar arkada iniyoruz.Saat11’e doğru ana kapıya ulaşıyoruz.
Kasabaya dönünce karnımı tıka basa doyuruyorum ve vakit kaybetmeden Tainan’a geri dönüyorum. Moralim çok yükseldi. Dağı başardım. Bundan iyi hayat mı olur!
Tayvan beni önce çok üzdü, sonra da sevindirdi eşeğini kaybedip bulan Hoca misali.
Bir gün sonra dönüş için Taipei’ye oradan da Kuala Lumpur’a uçuyorum geldiğim rotadan. Tatilimin son günlerini Bali Denizinin sıcak sularında geçirmek üzere, Kuala Lumpur’da geceledikten sonra Jakarta üzerinden Bali’ye geçiyorum.
Beklenmedik iyi-kötü birçok sürprizle dolu bir serüvenin ardından yurda dönüyorum isteklerini gerçekleştirebilmiş olmanın verdiği dinginlik ve huzurla.

Haki ENGIN
Doğa Sporcusu ve Gezgin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder