6 Nisan 2010 Salı















KÖPRÜLÜ KANYON-DELİSARNIÇ-BALLIBUCAK-KESTANELİK
3.04.2010


Doğa ve tarihin binlerce yıldır birbirini kucakladığı benzersiz güzellikte Ballıbucak-Kestanelik-Delisarnıç arasında keşif yapacağız. Gün ışığından mümkün olabildiğince faydalanıp alternatif rotaları da öğrenmek istiyoruz. Uzun bir gün olacak.
Sabah 06.30’da Antalya’dan hareket ediyoruz. Köprülü Kanyon’u ve Romalılardan kalma antik Oluk Köprüyü geçip Köprüçay nehri ve orman boyunca ilerliyoruz. Selge Antik Şehri ve Altınkaya Köyü arasındaki patikadan devam ediyoruz. Ovacık Dağı ve Bozburun Dağı’nın dimdik karlı zirveleri bahar güneşi ve çiçek açmış ovalarda enfes bir panorama oluşturuyor.
Tahta bir çit yolu kapadı. Sürgüsü kilitli ise başka bir çıkış yolu bulmamız lazım. Neyse ki itince çitin altına monte edilmiş el arabası tekerleği ile kapı kolayca açılıyor. Hayvanlar kaçmasın diye yapılmış bu çit kapılar. Birkaç yerde daha karşımıza çıkıyor.
“Kahvaltı yapabileceğimiz bir yer var mı?”,diye soruyoruz köylülere.”Kahvaltı değil ama size rehberlik yapabilirim.”, diyor köylünün biri. Yaz boyunca yerli ve yabancı grupları civarda dolaştırıyormuş! Amatör turizm iyi günler diler.
Bahar çiçekleri açmış ormanda gizlice ekilmiş buğday tarlaları. Manzarası bol bir alanda biz de kendimize yer açıp kahvaltımızı kendimiz yapıyoruz.

Bir süre daha yol alıp 8.25’te Oluk beldesine varıyoruz. Uygun bir viraj kenarında aracı park edip ormanın içine giriyoruz. Şöyle bir bakalım etrafa. Çantaları çıkarmayalım şimdilik arabadan. Patika keşif için çok uygun. Köknar, ardıç ve çamların arasında, büyük kalker kayaların üzerinden hızla yükselerek boğaza ulaşıyoruz. Enfes bir manzara. Boğazdan vadiye inen yolda bir ara patika kayboldu. Akıllı bir manevra yapıp patikayı buluyoruz tekrar. Domuzların eşelediği toprak yolda bir tek bizim izlerimiz. Orman içinde devam edip bir buçuk saat sonra bir köye çıktık. Keşifte heyecan, sürpriz ve bilinmezliğin cazibesi. Burada yaşayanlardan da bilgi almak gerek.



















Delisarnıç buradan ne kadar sürer?”,diye soruyoruz karşımıza çıkan bir kadıncağıza.”Burdan beş gilometre ya va ya yoh.Siz Susa yolunu tagip edin.Goleyce gidesiniz arabaylan.”diyor.”Biz arabayla gitmek istemiyoruz.Dağcıyız .Orman içinden,patikadan yürümek istiyoruz.”,diyoruz.”Ha şuudaki Bozburun’a gidin,gaarda da yatin.”,diye cevap veriyor.Şaka mı ciddi mi anlamadık.”Biz ,göylü yürümesi yarım saat -gırk dakka anca va burdan öteye.”,diye tamamlıyor sözünü.”Peki.Sana kolay gelsin.”diyoruz. Yanımıza oldukça yaşlı biri geliyor bu sefer. Biraz önce tamamen doğanın içindeydik. Şimdi ise halkın kucağında!”Türk müsünüz, turist mi?”,diye soruyor emicem.”Türküz, Türk!””Peki vatanınız nedir?”Hayda! Lisanımız aynı Türkçe ama deyişler çok farklı.”Haki anlıyor neyi sorduğunu emicenin.”Antalya’dan geliyoruz.”diye dindiriyor merakını.















Birkaç köy evini geçerek ormana giriyoruz tekrar. Kestane, ceviz ağaçları arasından DeliSarnıç’a ulaşmamız yarım saat değil tam iki saat sürüyor hızlı tempoyla üstelik. Arabadan suları yanımıza alsaydık keşke.
Saat 12’ye 10 var. Karşımıza çıkan ilk köy evinden bir bardak su rica ediyoruz. Esma ve Mustafa Aslan çifti bizi buyur ediyor. Emekli olduktan sonra Antalya’dan buraya yerleşmişler.20 senedir yaz kış burada yaşıyorlarmış. Milli Park ilan edilmiş bölge, ilan edilmiş edilmesine de antik sarnıçların etrafındaki geniş ormanlık alanları köylüler tellerle çevirmiş; Tarım ve hayvancılık yapıyorlar. Milli park, kamu arazisi hiç fark etmez. Benim kentlim, benim köylüm işini bilir!
Doğal ceviz ve kestane ağaçları bol bu bölgede; Antalya civarında tek kestane yetişen yer burası. Yüzlerce yıldan günümüze gelmiş dev gövdeli, çınarımsı kestane ağaçları.
Bu sene kış çok yaman geçmiş. Biz de Bozburun’un eriyen kar sularından içiyoruz kana kana.”Arabayı alıp gelelim de, bir soluklanırız burada.”,diyerek hızla ayrılıyoruz yanlarından. Araba yolundan yürürken, siyah bir jeep yanaşıyor “Hello!”,diyerek yanımızdan geçiyorlar. Onlar mı yabancı, bizi mi yabancıya benzettiler?
Yarım saatte arabanın yanına ulaşabildik. Arabayla aynı yolu geçmek de bir on dakika sürüyor; çok dönemeçli ve bozuk çünkü.
Esma Nine biraz önce gördüğümüz siyah jeepten inen çifte bir düzine saç ekmeği ikram ediyor.”Where are you from?”diyor yabancı çift Haki’ye.”Türküm Türk. Ya siz?”İsrail’den geliyorlarmış. Tahta çitleri nasıl açıp geldiler buraya biz bile bilmezken! Bölgeye İsrailliler çok geliyormuş mevsim ısınınca. Bizimle ilgili her şeyi bizden daha iyi bildikleri kesin. Kendi menfaatleri için elbette. Ellerinde İbranice Türkçe bir kâğıt. Çiftin bayan olanı ekmeği alıp”Tekşür edrim.”,diyor kâğıttan okuduğu kadarıyla.”Çok yapmacık.”,diye düşünüyorum içimden. Bizim memleket insanı hep konuksever. Haki, Esma Nineye dönüp ”Ekmeğin parasını alın.”,diye öğüt veriyor.
Öğlen oldu. Esma Nine,ayran yanında katıksız köy yumurtası ikram ediyor bize.”Benim davuhlar buudaydan belli bişi yimezler,ooganik yumuuta bunlaa”,diye övünerek. Mustafa Amcayla da biraz sohbet edip sarnıçlara yürüyoruz.














Antik sarnıçlar mistik bir ciddiyetle gökyüzüne yükseliyorlar. Kapadokya’dayız sanki. Konglomera kayalarından oluşan sarnıçlar; kum ve çakılın basınçla birleşmesi ve zamanla sertleşmesi sonucu oluşmuş. Antik dönemlerden bugüne her türlü zor koşullardan çıkıp sapasağlam gelmişler günümüze ama birkaç sene önce insanların kazı yapmaları, tahrifatları, hayvanları sulamak için kullanmaları sebebiyle çökmeler olmuş yer yer.
Arabayı burada bırakmaya karar verdik.13.15’te yola düşüyoruz tekrar. Mustafa Amca dev kestane ağacının akabinde ceviz ağaçlarından çıkan patikaya eşlik ediyor bizimle. Konglomera kayalar burada da çok farklı bir güzellik sunuyor; Agora’da toplantı yapan dev insanlar gibiler son derece şekilli hatlarıyla. Sağından solundan tepesinden çıkmış ağaçlar, soluklanıyorlar. Bazı kayalara saç olmuş yemyeşil sık sarmaşıklar.














Sık orman içinden dik meyille yükselen belli belirsiz patikadan Hacıyurdu mevkiine bir saat sonra ulaştık. Bahar çiçekleri birkaç hafta içinde burayı rengârenk süsleyecek.1350 metreye yükseldik ama Ballıbucak gözükmüyor henüz. Orman içinde patikadan devam edelim. Karşımıza ormanın içinde büyük bir alana tek başına çit geçirmeye çalışan yaşlı bir köylü çıkıyor.80 yaşlarındaki Bayram Dilsiz, bize tarif ediyor nasıl gideceğimizi. Ballıbucak buradan iki-üç saat sürermiş.”Siz eyisi mi Gestanelik yoluna girin şu malların yemlediği gaaşıdaki çam ağacından sağya sapıp.”,diyor. Peki, emice, seni mi kırıcaz. Sen de maşallah yaşına göre çok iyi görünüyorsun.
Belli belirsiz yolda zaman zaman patikadan patikaya geçerek,yeni çok kullanılmayan patikaların izini sürerek,,zaman zaman geri dönerek Ballıbucak köyünün eteğine 16:00 civarı varıyoruz.Gün bitmeden Delisarnıç’a çıkalım kestanelik mevkiinden.















Anıt kestane ağaçları dev kayalara bırakıyor yerini. Yan yana dizilmiş kayaların arasında çok rahat gecelenebilir çadırdaymış gibi. Kayaların arasındaki dar yollar ise antik dönemlerden kalma birçok döşemealtı yollarıyla devam ediyor.Taş basamaklar son derece düzgün.Bu yollardan geçmek bize de nasip oldu!
“Ne güzel! Hiç çöp, insan izi de yok.”,diye düşünürken pet şişeler, çöpler çıkmaya başlıyor etrafta. Zaten on-on beş dakika sonra da Delisarnıç’ın diğer yakasındaki yerleşim alanına çıkıyoruz;”İnsan demek, atık demek, çöp demek.” ,tezini doğrularcasına.
Döşemealtının bittiği köşedeki bahçenin sahibi Şaban Bey “Maşallah Türkçeyi benden güzel konuşuyorsun.”,diyor Haki’ye. Buraya galiba sadece yabancılar geliyor. Bizim Türk olduğumuzu bir türlü kabul edemiyorlar buranın insanı.”Hanım kız Türk mü peki?”,diye soruyor bu sefer! “İsrailliler çok geliyor, bazen de Almanlar.”diyor. Birer bardak sularını içip Delisarnıç’ın diğer yakasına, arabayı bıraktığımız yere varıyoruz. Saat altı olmuş.
“Uzun ve çok keyifli bir keşif oldu. Sabah, Köprülü Kanyon üzerinden gelmiştik. Dönüşü Hasdümen köyü üzerinden yapalım. Buradaki Balıkçı Nihat’ın yerinde kendimizi ödüllendiririz.”,diyoruz, diyoruz da Hasdümen Köyü’ne bağlanan yol, ödül değil ceza oluyor bize! Kıştan yeni çıkmış yol. Yağışlardan yer yer çökmüş, yarılmış. Taşlar, kayalar yolu kapatmış. Geri dönülebilecek bir alan da yok. En fazla 20 km hız yapabiliyoruz araçla. Plansız programsız Off-road safari yapmak zorunda kaldık.Hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Yaklaşık iki buçuk saat sonra bozuk yol bitti. Nispeten daha düzgün bir yoldan devam eden yol bizi balıkçıya ulaştırdı nihayet.
Karnımızı doyurup hoşbeş sohbet ediyoruz. Tavşankanı çaylarla yorgunluğumuzu kandırıp yola koyuluyoruz tekrar. Köyden çıkıştaki köprünün başını tutmuş iki kişi ”Durun, durun!”, diye bağırıyor bize. Biri fenerini arabanın içine, sonra da yüzümüze tutmaya çalışıyor.”Ya siz kimsiniz. Ne hakla bizi durdurmaya çalışıyorsunuz!”,diye kızıyor Haki. Yolda karşılaştığımız jandarmaya durumu anlatıyoruz.”Köyde hayvan hırsızlığı çok oluyor. Köylüler de kendilerince böyle bir çözüm bulmuş. Bölgeden geçen büyük yabancı araçları kontrol etmeye çalışıyorlar.”diyor jandarma.”İyi de kanun var, nizam var.”Her aklına esen kanunu ben yaparım, ben uygularım derse vay halimize!”
“Keşifler hep sürprizlerle dolu olur, ama bugün oldukça farklı bir gün oldu.”,diyerek varıyoruz Antalya’ya gece sularında.

Ebru OZAGCA
Haki ENGIN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder