30 Kasım 2009 Pazartesi

Gürcistan Tiflis ve Kazbegi Dağı

GÜRCİSTAN/TİFLİS-KAZBEGİ DAĞI İZLENİMLER(11-15 KASIM 2007)



























































































Tanrı’nın güzelliğinin yeryüzündeki sureti olarak bilinen Kafkasya’nın güneyinde, Batı Asya ile Doğu Avrupa arasında Euro-Asya bölgesindeki Gürcistan ziyaretimiz; başkent Tiflis’ten başlayacak. Mutlaka Kazbegi Dağı’na çıkmayı da deneyeceğiz.

MÖ.4 yy.da ormanlarla kaplı coğrafyayı ve zengin bir tarihi dokuyu, medeniyetlerin gazabından korunabilmiş doğanın içinde görmek için sabırsızlanıyoruz.

Tiflis’ten tanıdığımız birkaç kişi ile görüştük.”Birkaç günlüğüne de olsa Gürcistan havasını soluyacağız.”,diyoruz demesine de Gürcistan sesini tüm dünyaya duyurmak için çok daha önceden kolları sıvamış! Flaş haber; 8 Kasım 2007,Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te sıkıyönetim ilan edildi. Tüm gözler Gürcistan’da. Başkent’te 48 saat boyunca sokağa çıkmak yasak. Bizim gitmemize sadece bir gün kala! Bu sürenin sonunda sıkıyönetim tüm ülke için 15 güne uzatılıyor. Hayat tamamen durdu. Tiflis meydanında protesto gösterileri, göz yaşartıcı gaz bombaları, coplar konuşuyor sadece. Sıkıyönetim ile birlikte tüm iletişim hatları kapandı. Kimseye ulaşamıyorum. Tek haber kaynağı; Gürcü devlet televizyonu. Bu saatten sonra seyahati iptal etmemiz olası değil. Uçak seferlerinde aksama yok. THY ile sabaha karşı üç gibi varıyoruz Tiflis Havaalanı’na biraz endişeli. Havaalanında asık yüzlü birkaç görevli var sadece. Havaalanında çok lüks bir taksi bizi bekliyor.Şehir,güzelliğini gece yolcularından esirgemiyor, uyuyor çınarların gözcülüğünde. “Uyuyan Güzel” masalı içinde kısa süren bir yolculuk yapıyoruz. Işıl ışıl dev caddeler, tarihi binalar, antik kalıntılar arasından geçerek otelimize ulaşıyoruz.

Kalacağımız otel, birkaç gündür olayların patladığı, protesto gösterilerinin yapıldığı Rustaveli Avenue’de. Sabahın ilk ışıkları ile uyanıp ana cadde üzerinde küçük bir tur atıyoruz. Otelimizin bulunduğu cadde, şehrin en işlek caddesi. Parlamento, güzel sanatlar akademisi ve lüks birkaç mağaza da cadde üstünde. Oldukça tenha. Çoğu yerde kepenkler kapalı. Hiçbir zaman açılmayacak.Sadece birkaç büfe açık.Keyifsiz Gürcü satıcı kadınlar, bizdeki çiğbörek benzeri hamur işi yiyecekler kızartıp satıyorlar. Bir de küçük bir market açık; bizim markalardan bisküviler, krakerler; ”Bizde pişer, komşuya da düşer.”misali raflarda dizili. Caddenin doğu ucu Freedom Square’deki (Özgürlük Meydanı) belediye binasına çıkıyor.


Sovyetler Birliği’ne bağlı olduğu dönemde hızlı bir sanayileşmenin yanında SSCB’nin en önemli kültürel, sosyal ve politik merkezlerinden biri olmuş şehir. Sovyetlerin kurduğu hızlı metro sisteminde istasyonların çoğu da Moskova’daki gibi oldukça ihtişamlı dekorlara sahip.SSCB’nin dağılmasından sonra,90’lı yılların başından itibaren mafya ve illegal işletmelerin çarpışmalarına tanık olmuş sık sık. Suç oranı ve işsizlikte artış, hayat kalitesinde ise düşüş büyük olmuş.

İnsanları, bizim Anadolu insanı. Çok içten, konukseverler.”Be my guest”(Misafirim olun!),davetlerini geri çevirmek çok zor.”Akşam yemeğine kalırız peki ,ama Kazbegi Dağı bizi bekliyor, sabah gün ışımadan düşmeliyiz yola.”
“Ilık yer” anlamına gelen Tiflis’i, öğle saatleri olmasına rağmen dondurucu soğuk bir kış gününde geziyoruz.Birçok sülfürik kaplıcaya sahip Tiflis.Bizim topraklarımızdan başlayıp Gürcistan’a uzanan Kura Nehri (Mtkvari River)kıyısında kurulmuş. Kura Nehri, Ardahan’dan başlayıp Gürcistan’ı geçiyor. Azerbaycan’da Aras Nehri ile birleşerek Hazar Denizi’ne dökülüyor. Şehrin en eski yerleşim alanlarından Metekhi Kilisesinin bulunduğu faleze çıkıp, tüm nehri panoramik güzelliği içinde seyrediyoruz.

Gürcistan’ın başkentinin sembolü bir anne;Biz de ziyaret edelim.20 metre uzunluğundaki Kartlis Deda(Gürcüce Gürcistan’ın Annesi)anıtsal heykeli, Sololaki Tepesinde. Ulusal kıyafetler içinde Gürcistan’ın karakterini temsil ediyor. Bir elinde tuttuğu büyük kâse, dostlara şarap sunmak için; diğer elindeki kılıç ise düşmanlara karşı kullanmak için.

Tarihi şehrin etrafı şantiye. Modern binalar, otel ve alışveriş merkezi inşaatları hızlı bir şekilde devam ediyor. Hava kararmadan Kazbegi civarı ile ilgili bilgi alıyoruz. Sabah 5.30 da araç ile yola çıkacağız.Akşam yemeği;nehrin kıyısında otantik bir lokantada. Tiflis’in ışıkları, inci bir gerdanlık gibi yansıyor nehre. Yemekler çok lezzetli. Gürcistan, dünyanın en eski şarap ülkesi. Doğusundaki Kakheti bölgesi ve Telavi şehri, üzüm bağları ve şarapları ile çok ünlü. Özellikle bölgenin Khvanchkara şarapları çok kaliteliymiş. Yemek sırasında sohbet, sık sık kadeh kaldırmaktan bölünüyor. Gürcü adetlerinden birini de, böylece öğrenmiş oluyoruz; Gürcüler için ilk kadeh; Barışa!İkinci kadeh; Ülkeye! "Sakartvelo gamarjos!(Çok yaşa Gürcistan!)”Bitmedi, devamı geliyor bir- iki dakika sonra. Bu kez kadehler, biz misafirlere kaldırılıyor. Sonra, yemek daveti verenlere, onların çocuklarına, eşlerine, ana-babalarına, ahbaplara.”Bitti artık herhalde.” ,diye düşünürken tekrar başa döndük!”Barışa! Gürcistan’a!” Tek bir kadehle on-on beş kere kadeh kaldırmak büyük maharet.”Yarın Kazbegi Dağı’nı görmeye gideceğiz. Sabah gün ağarırken yola çıkacağız. Bizi hoşgörün.”,diyerek müsaade istiyoruz. İnanamıyorlar.”Tiflis’ten dağın bulunduğu Kakheti bölgesine gitmek, normal koşullarda araçla en az dört saat sürer. Kış koşullarında yollarda şiddetli buzlanma ve kar var. Yol açıksa bile en iyi olasılıkla beş buçuk-altı saatte ulaşırsınız. Bir günde gidip gelmeniz mümkün değil.”,diyorlar.”Biz kararlıyız. “Buralara kadar geldik. Şansımızı deneyelim”,diyerek ayrılıyoruz yanlarından.

Sabah 5.30’da eski bir askeri jip ile rehber bizi otelden alıyor. Hava dondurucu soğuk. Tiflis’ten birkaç km. sonra her yer kar altında. Kura Nehri boyunca ilerliyoruz. Gün ağarırken ilk molamızı, tarihi yapıları ile UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan Mtskheta şehrinde, küçük bir dağ üstündeki Jvari Manastırı’nda veriyoruz. Manastır,6. yy.da inşa edilmiş. Gürcü Hristiyan Mimarisinin ve ortaçağda Kafkaslardaki mimari gelişimin en önemli yapılarından. Kesinlikle görülmesi gereken mimari bir başyapıt. Çok az vakit ayırabildik, kat edecek yolumuz çok. Svetitskhoveli Katedrali de 11.yy.dan kalma diğer en önemli yapı, Katedralden sağa giden yoldan Aragvi nehri boyunca ilerliyoruz. Karlar altındaki bölgede elma, kiraz, ceviz, kestane, sebze bolmuş.Bu mevsim bitki örtüsü sadece kar.Aragvi nehri,ilkbahar ve yaz ayları rafting için çok uygun.Dusheti Kasabası’nda Ananuri Kalesi’nde küçük bir mola daha veriyoruz.Bu ihtişamlı tarihi kale de Dünya Mirası Listesinde.


MÖ.1.yy.dan günümüze kullanılagelen Gürcistan’ı Rusya’ya bağlayan Gürcü Askeri Yolu’na çıkıyoruz. Darial Boğazı kıyısından devam ediyoruz.Darial Boğazı,Farsça Perslerin Kapısı anlamına geliyor.Boğaz, Rus şairleri Puşkin,Lermontov’un şiirlerine konu olmuş,Kafkasların en romantik bölgesi olarak ölümsüzleşmiş.

Pasanauri adlı küçük kasaba’ya geldik.Kafkas Dağları ile kuşatılmış,bir yanından Aragvi nehri akan kasaba enfes pitoresk bir güzellik.Biz resmini yapamayız ama, bu güzelliği fotoğraf makinesinde ölümsüzleştirelim. Çeşmelerden akan ılıca suyunu da deniyoruz; pek acı geldi. Kasaba ve civarı; yürüyüş rotaları, mineral suları, yiyecek ve el sanatları ile Sovyetler döneminde popüler bir turistik alanmış. Sovyetlerden sonra yaşanan kriz ile hayalet kasabaya dönüşmüş.
Kafkasların kayak merkezi 2000m.yükseklikteki Gudauri’ye ulaştık. On beş-yirmi gün sonra kayak merkezleri açılıyor. Bu bölgede yetişen çiçekler parfüm ve ilaç yapımında kullanılmak üzere Avrupa ülkelerine gönderiliyormuş.Doğa harikası burası. Elbette Avrupalı kullanacak. Yol üzerinde 2200m.deki Kobi Köyü'nde antik taraça sistemi bulunuyor. ”Ayaklarımız açılsın.”, diyerek duruyoruz. Benim dizlerimin buzu çözülse kâfi. Neredeyse bir metreye yakın kar var. Biz gene de yürümeye çalışıyoruz. Karda izimiz belli olsun.







Devam ediyoruz. Yol oldukça buzlu. Ağır ağır ilerliyoruz. Vardzia Mağara Şehri’ne geldik. Burası da çok görkemli. Antik dönemlerden kalman dağlara oyulmuş irili ufaklı onlarca mağara. Moğolların saldırılarına karşı sonradan çok büyük bir manastır da buraya kurulmuş. Şehre giriş o dönemlerde Kura nehri yakınlarındaki kaynaklardan gizli tüneller ile mümkünmüş.
Ve sonunda Rus sınırına sadece 15km.mesafede,5033m. yükseklikteki Kazbegi Dağı’nın bulunduğu Khevi yerleşim alanına ulaştık. Büyük Kafkasların en yüksek doruklarından birinin eteğindeyiz. Saat 10.45.Aracı uygun yere park ediyoruz. Zorlu yolda hiç sorunsuz getirdi bizi buraya kadar. Ağır kış koşulları sebebiyle her yer kapalı. Tek masası olan bir büfe açık sadece. Dönüşte mümkünse bize patates,çorba ve benzeri hazır etmesini rica ediyoruz.Yanımızda su,bir iki portakal var sadece.Zamanlamayı çok iyi yapmalıyız. Zirve yapmak için iki gün gerekli,oysa bizim bugün dönmemiz gerek. Tiflis’ten İstanbul’a uçağımız sabah 5.00’te çünkü.
1700 m.den Kazbegi Dağı’na çıkışa başlıyoruz. Yumuşak kar ve buzul üstünde oldukça dik sırt hattından ilerliyoruz.Hava çok hızlı değişiyor.Tipi bastırdı.Görüş mesafesi azaldı.Dikkatli ilerliyoruz.Rehberin dizinde sorun varmış.Bizim dağa çıkacağımıza hiç ihtimal vermemiş.Bizim heyecanımızı görünce,daha fazla bir şey diyemiyor,ayak uyduruyor bize.

2100 m.deki Gergeti Trinity Kilisesi’ne(Tsminda Sameba Church) tempolu bir tırmanışla, sert rüzgar ve tipi altında üç saatte ulaştık. Tamamen karlar altındaki bölgede kilisenin etrafında kardan eser yok.Devamlı kürüyorlar demek ki.Kilisenin yanındaki küçük bir yüklükte terden sırılsıklam kıyafetlerimizi değiştiriyoruz.Kana kana su içiyoruz.Tek çıkınımız olan portakalları soyarken,kilisenin rahibi yanımıza geliyor.Kutsal mekana saygısızlık etmeyelim.Bu arada sıfırın altında soğukta, eldiveni çıkarmadan portakal yememem gerektiğini de öğreniyorum. Portakalın suyu eldivenleri öyle bir ıslattı ki, soğuk ve rüzgâr parmaklarımı hissizleştirdi.
Kazbegi Dağı çift konik biçimli sönmüş bir volkanik dağ. Dağ ve civarı aktif jeotermal,ılıca sistemi ile çevrili.Yüzeyinde eriyen buz tabakaları Terek nehrini oluşturuyor.Kısa bir süreliğine de olsa güneş çıktı.Masmavi gökyüzünde yansıyan güneş ışıklarıyla Kafkas Dağları’nın silueti, gerçekten çok güzel. Puşkin, buradaki manzaradan çok etkilenmiş ve şöyle bir şiir yazmış döneminde;

”Parça parça beyaz bulutlar dağın zirvesini örtüyor,
Fakat güneşin ışığıyla banyo yapan manastır,
Bulutlara eşlik ediyor, yüzüyor sanki gökyüzünde.”
Başka bir baharda zirve yapmak üzere diyerek dağa şimdilik veda ediyoruz. Yarım saatlik moladan sonra hızlı bir şekilde dönüşe geçiyoruz. Haki yolu öğrendi nasıl olsa. Kestirme olabilecek rotalardan hızla iniyoruz böylece.Yaklaşık bir buçuk saat sonra aracın yanındayız.
Çok açız.Yemekler ,dağa çıkmadan önce konuştuğumuz gibi ,hazır bizi bekliyordur.Büfedeki tek masaya yorgun, ama mutlu oturuyoruz.Bekliyoruz,bekliyoruz,beklemeye devam ediyoruz.Büfe sahibi ile görevli Gürcü bayan arasında hararetli bir tartışma duyuluyor.Rehber,araya giriyor.Gürcü bayan,yaklaşık yarım saat sonra patatesli tel şehriye çorbasını masamıza “Takk!” diye bırakıyor ve öfkeden kıpkırmızı, ince bir ceketi üzerine giyip çıkıp gidiyor. Rehberin dediğine göre,akşam beşte şehre giden tek otobüse yetişmeye çalışıyormuş.Hayat şartları zor.
Yeryüzü cenneti burası, ama cenneti yaşamak burada doğup büyüyenlere tanınan bir hak değil dünyanın birçok yerinde olduğu gibi. Coğrafyanın kanatları kırık, insanları sessiz, umutsuz. Biz sorunsuz bir şekilde gece yarısına doğru Tiflis’e varıp sabah saatleri İstanbul’a dönüyoruz.

Ebru OZAGCA
Haki ENGIN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder