27 Ocak 2010 Çarşamba

TAHTALI DAĞI KAMPLI KIŞ ETKİNLİĞİ

























































Tahtalı Dağı Kamplı Kış Etkinliği
23-24 Ocak 2010

Ocak ayının son günlerindeyiz. Tüm yurt genelinde soğuk hava hüküm sürüyor. Antalya’da ise sadece bir gün önce yağış oldu. Geçen haftalarda dağlara yağan karlar bu hafta içinde eridi çoğunlukla. Biraz yağış olsa soğuk havanın etkisiyle kar tutar, ama şu anda büyük bir ihtimalle yumuşak kar var dağlarda. Bata çıka yürümek oldukça zor olacak. Gün, gündem bize uymasa da biz kendi gündemimizi oluşturacağız. Dünya etrafında dönmeye devam edeceğiz. Kış etkinliği yapacağız mutlaka.
Sabah saatleri, Tahtalı Dağı’na kamplı kış etkinliği yapmaya karar veriyoruz. Antalya körfezinin kuzey-güney paralelindeki Tahtalı dağlarının 2363metrelik en yüksek ve denize en yakın dağı Tahtalı. Antik çağlardan günümüze gelen dağın eteklerinden 1700- 1800 metrelere kadar kızılçam, karaçam, meşe, çınar, ardıç ve sedir ağaçları ile milli park kapsamında. Dağ bize başka neler gösterecek bakalım?















Gerekli malzemeleri araca yükleyip 9.30’da yola koyuluyoruz.Altınyaka,Üçoluk üzerinden Gedelme Köyü’ne ulaştık.Bölcekdibi beldesinde daha önceden bildiğimiz küçük bir çiftlik evinde duruyoruz öğle saatleri. Güler yüzlü ve çok hamarat Ayşe Ak Hanım, avluda saçta ekmek pişiriyor. İki taşın arasında bize sütlü, keçi peynirli, ayva reçelli kahvaltı ikram ediyor. Kızı on yaşlarındaki Meral dün karne almış. Müzik öğretmeni olmak istiyor. Elinde hikâye kitabı bizi ağıla götürüyor. Küçük buzağısı tam bir hafta önce doğmuş. Ayşe Hanım da çevredeki gelişmelerden çok dertli.”Devlet arazisi ya, sahibi yok diye ormanlara girip kesiyor yerleşiyorlar”,diyor. Biraz daha sohbet edip kamp kurmak üzere ayrılıyoruz yanlarından.
Kar sebebiyle pek mümkün olmaz ama, Tahtalı’nın kuzeyindeki Çukuryayla mevkiinde kamp kurmak niyetimiz.Taşlı oldukça bozuk yoldan ilerliyoruz.Yolun ortasında kamyonlar,çamaşırlar serilmiş kenara,leğenler,çocuklar.Mevsimlik ağaç kesim işçileriymiş gördüklerimiz.Mersin’den gelmişler.Orman gençleştirme adı altında ağaç kesimi yapıyorlar boydan boya.Kestikleri ağaç kadar tohum, ormanın başka yerine atılıyormuş.”Pardon, ormanın neresi kaldı ağaç yetiştirmek için!”Onlar da pek inanmamış görünüyorlar söylediklerine. Bizim kızgınlığımız onlara değil, ekmek parası için çoluk çocuk çalışıyor,”çevre katliamı, yaptık oldu dayatmaları ile “,kaynaklar günden güne hızla yok oluyor işte.
Ağaçları gençleştirmek için, toprak ışık görsün, toprağa düşen tohumlar çimlenebilsin diye aralardan yaşlı ağaçlar kesiliyordu bildiğimiz. Orman alanındaki ağaçların tamamı kesiliyorsa bir uçtan bir uca, fidanların buralara ekilmesi gerekir. Uygulama hiç aklımıza yatmadı. Çevre katliamı,”Yaptık oldu.”, dayatmaları ile kaynaklar günden güne hızla yok oluyor.
Leğenleri kenara çektirip virajlardan döne döne devam ediyoruz. Muhteşem dev anıt çınar dönemeçte; dört bir tarafa uzatmış dev dallarını. En az 600 yıllık. Yol kenarından akan derenin kenarı buz tutmuş. Kar ve buz yolu kapamaya başladı. Yolun bazı bölümleri tamamen uçmuş. Kar ve buz dolu yoldan ilerliyoruz şimdi.”Biraz daha gidelim de zincir takarız.”, derken durmamız gerekiyor. Yola yuvarlanan kaya ve kar yolu tamamen kapamış.”No way out!” Dar yolda aracı ger
i döndürmek için uğraşıyoruz; kara, çukura batmayalım.
Çukuryayla’ya kamp yükü ile ulaşmak buradan tahmini en az iki saat. Tahmin ettiğimizden çok daha fazla kar var. Kamp malzemesini araçtan çıkarıp kendimiz taşımak zorundayız Çukuryayla’ya gelmeden başka bir yer bulalım kamp yapmak için. Sedir ağaçlarının arasına gizlenmiş kamp yerine tüm malzemeyi iki seferde taşıyabildik. Hava soğuk. İki çadır kurduk. Biri ardiye olacak. Her şey yerli yerinde düzenli olsun. Tüm kamp malzemesini taşımamız bir buçuk saati buluyor buzlu dereli patikadan. Otuz-otuz beş kilo malzeme taşıdık. Çadırları kurup malzemeleri yerleştirdik.Sabah erken tutacağız dağın yolunu; gün ışığını çekmeden üzerimizden,her şey hazır olmalı.
Hava oldukça sert. Çukuryayla’ya kadar zirve öncesi bir keşif yapıyoruz.









Hava kararmadan tarhana, makarna pişiyor mutfakta, yani tam teçhizat outdoor ocakta. Güneş batınca soğuk daha çok hissediliyor. Ateş yakalım dedik ama karların altında sırılsıklam olmuş dallar yanmıyor bir türlü.
Çadıra girip uyuyalım en iyisi. Soğuk dört mevsimlik çadırdan ve uyku tulumundan da geçiyor. Dışarısı eksi 10 derece. Uzun bir gece oldu.














Dağa çıkış için uyanma vakti. Saat sabah 3.30.Hamarat Haki ocakta çay suyumuzu kaynattı bile. Hoplaya zıplaya yaptığımız kahvaltı sonrası malzemeleri sırtlanıp yola koyuluyoruz. Saat 04.30.Zifiri karanlıkta alın fenerleri yolumuzu aydınlatıyor. Orman içinden meyilli arazide tırmanışa başladık. Dünkü izlerimiz tamamen buz tutmuş. Bir süre sonra karşımıza çıkan kar tepeleri yumuşak. Kara bata çıka devam ediyoruz. Bu araba lastikleri de nereden çıktı? Off-road ile çevre katliamı yapılmıştı ya birkaç ay önce. Yoğun kar bile pisliklerin hepsini örtememiş. Bu dağın başına gelmedik kalmadı. Daha neler olacak. Çok yazık!




























Devam edelim güzelliklere verelim kendimizi. Milli parkta dağın kışı tamamen farklı bir keşif. Sedir ormanı bittikten sonra klasik rota yerine kuzeybatı sırt hattından 45-50 derece eğimli buzlu ve kayalık bölgeye geldik. Kramponları takmanın zamanı geldi. Otomatik kramponlar Haki’nin bir iki adım atmasıyla çıkıyor botlardan, sabit durmuyor bir türlü. Çok riskli bir durum. Geri döneceğiz son çare. Çakı iyi ki Haki’nin yanında. Hem malzeme iyi olmalı, hem gerekli olanlar yanımızda olmalı. Yoksa ne işe yarar! Bir saatten fazla kramponları ayarlamak için uğraş veriyor. Gün aydınlanmaya başladı. Haki sonunda asi kramponları terbiye etmeyi başardı.


Bizi bekleyen 45-50 derece eğimli buz, taş kayalık bir arazi. Yazın dost olan kayalar, kışın düşman. Kayaların arasında kalmış buzların üstünden kazmalarımızla dik çıkıyoruz. İp yanımızda ama gerek görmedik kullanmaya. Dik tırmanış giderek zorlayıcı olmaya başladı. Bir ara “Benden bu kadar!”,diyorum. İlerleyemiyorum artık. “Durumu değerlendirelim.” diyor Haki;”Dönelim mi? Devam mı edelim? Hava soğuk ama şanslıyız. Yağış yok.” Biraz kuruyemiş ve motivasyon takviyesi ile ”Devam!”, diyoruz. Tahtalı’nın muhteşem zirvesi bizi bekliyor.Hayal kırıklığına uğratmayalım kendimizi de, onu da.


Zorlu tırmanış yumuşak meyiller, kar obrukları,”Manzaranın tadını çıkaralım.” fotoğraf molaları ile çok keyifli hale geliyor yeniden. En az dört metre kar var bu bölgede. Boğazdan geçiyoruz. Şiddetli rüzgâr, boğazdaki karı silip süpürmüş. Kuzeyden zirveye doğru uzanan sırt hattı üzerinden tırmanışımıza devam ediyoruz. Sırt hattı boyunca yaklaşık 4-5 metrelik balkonlar oluşmuş.Balkon riskini bildiğimizden balkona güvenli mesafeden zirveye doğru tırmanışla devam ederek Tahtalı Dağı zirvesine nihayet ulaşıyoruz.Saat de 10.00 olmuş.
Hava açık. Bulutların üstündeyiz. Antalya –Finike sahili arasında, Olympos, Phaselis, Tekirova, Çamyuva, Antalya Körfezi ayaklarımızın altında. Sanki sahile oturmuş denizi seyrediyoruz. Kuzeybatımızda uzaktan Kızlar Sivrisi ve Ziyaret Dağı,kuzeydoğumuzda Sarıçınar,kuzeyimizde Tunç,Kuran,Eren,Bakırtepe, uzaklardan Bozburun açık manzarada muhteşem zirveleri ile “Bize de bekleriz.”,diyorlar. Dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellik; gelin gibi süslenmiş karlı ormanlar, bitki örtüsü ile müthiş bir panorama.




























Zirvedeki teleferik ve lokanta ise bize yıllardır yürek acısı veren bir manzara. Antik dağ ve binlerce senede oluşmuş endemik bitkilere, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir katliam gerçekleştirildi. Dağın tepesi kesildi peynir gibi.Yol açma adı altında binlerce ağaç kesildi. Ormanlar yok edildi.Antik kentin kıyısına teleferik istasyonu yaptılar,turizmin gelişmesi adına.Avrupa’da Alp Dağlarına izinsiz bir tek bolt çakamayanlar sahipsiz ülkemiz dağlarını hoyratça kullanıyorlar.“Mimari harika”, diye lanse edilerek teleferik ve lokanta dikildi canım dağın zirvesine, milli parkın içine. Doğaseverler büyük mücadele verdi ve hukuki mücadele kazanıldı; yürütmeyi durdurma kararı alındı, alındı alınmasına da, kararı dinleyen kim! Kanuna karşı gelinmekte. İllegal uygulama tüm hızıyla devam etmekte. Birçok turizm şirketi ve büyük reklam kampanyalarıyla teleferik turları düzenleniyor dağın zirvesine. ”Masrafı çıksın.”, diye herhalde köy okulları bile öğrencilerini bu turlara götürüyor. Nasıl bir anlayış! İçimiz kan ağlıyor, söylenecek çok söz var ama yapılacaklar sınırlı.
Asıl zorluk şimdi başlıyor. Hiç ara vermememiz gerek. Yağış bastırmadan tüm kamp malzemesini topluyoruz. Etkinliğin en zor bölümüne geldik. Bu yorgunluğa rağmen tüm kamp malzemesini toplayıp araca iki seferde taşıyabilmek en zahmetli tarafı oldu. Ayşe’ye de söz vermiştik. Bir torba dolusu kar kürüyoruz ona vermek için. Malzemeyi araca yerleştirmemiz ve hareket etmemiz 15.30’u buluyor. Birer elma yemeyi hak ettik. Çok yorgun ve açız.12 saat dağda karda, buzda tırmandık, yürüdük, indik. Aracı dikkatli sürelim bozuk yolda. Dönüş yolunda orman kesim işçileri paydos etmiş. Yol kenarında bir işçi kadın saç ekmeği yapıyor kendileri için. Canımız çekti,”Bir tane sarar mısınız?”Saç ekmeğinden büyük bir tane ikram ediyor kadıncağız. Mis gibi kokuyor. Dağda ne büyük ikram! Arabanın içi buhar oldu sıcacık ekmekle.
Bozuk yoldan devam ediyoruz. Yarık yolda bir kaya parçası aracın altına fena vuruyor. Şehre gidince serviste araca mutlaka baktırmak lazım. Bu yola araçla girmek büyük risk aslında. Dağların sevdasına yapılanların hepsi.
Kesme Boğazı’na giden eski orman yolu son yağışlarda çok fena bozulmuş. Yollar tamamen uçmuş. Selden köprüler bile kalmamış. Tekrar dönüp Gedelme üzerinden Kuzdere-Aslanbucak-Kemer üzerinden Antalya’nın yolunu tutuyoruz.

Ebru OZAGCA
Haki ENGIN

20 Ocak 2010 Çarşamba

AFRİKA'NIN DAMI KİLİMANJARO






























DÜNYANIN YEDİ KITA ZİRVELERİNDEN AFRİKA’NIN EN YÜKSEK ZİRVESİ KİLİMANJARO

Afrika’nın damına, yerkabuğu üzerinde bugüne kadar görülen en büyük volkanik patlamaların olduğu strato volkanik Kilimanjaro Dağı, Uhuru Peak’e(Özgürlük Zirvesi)çıkma projemi 2004 yılına girdiğimiz günlerde gerçekleştirmiştim. Küresel iklimde görülen şaşırtıcı hızdaki değişim ile Kilimanjaro, dünyanın gündeminde yer almaya başladı. 2000 yılında dağ zirvesinde yer alan karların yüzde 26’sı son dokuz yılda yok olmuş. Bilim adamları,erime hızı böyle devam ederse,son yirmi yıl içinde Kilimanjaro’nun bütün karlarını kaybedebileceği konusunda uyarıyorlar.Ben de çevreye duyarlı bir dağcı olarak, altı yıl önce tırmandığım bu mistik dağ ve etrafıyla ilgili izlenimlerimi paylaşma gereğini hissettim.

Ocak 2004;Yedi kıta zirvelerinden Afrika’nın en yüksek dağı 5.895 m. yükseklikteki Kilimanjaro Dağı’na gitmek için Frankfurt Havaalanında uzun saatlerdir bekliyorum. Direk seferler haftanın belirli günlerinde sadece. Yol üstünde araç bekleyen yaya gibiyim. Condor Havayolları’na ait dolu bir uçakta, kaptanın inisiyatifiyle kokpitte pilotlarla sohbet ede ede Tanzanya’daki Kilimanjaro Havaalanı’na iniyoruz.Ağrı Dağı ve İran’daki Demavend Dağı’ndan sonraki en yüksek zirve deneyimi olacak benim için.

Kilimanjaro ile ilk tanışmam, Hemingway’in öyküsünden uyarlanan “Kilimanjaro’nun Karları” filmi ile olmuştu. Filmde dünyayı keşfederek büyük romanlar yazma tutkusunda olan bir yazar,bu bölgede çıktığı safaride yaralanıyor; ölüm ve yaşam arasında gidip gelirken, hayatını, tercihlerini, mutluluk ve başarı arasındaki ikilemleri sorguluyordu. Afrika’nın müthiş panoramik güzelliği beni çok etkilemişti. Daha sonraları seyrettiğim Afrika’ya ait belgeseller, çocukluk düşlerimi hep canlı tuttu. Filmden bir de aklımda kalan; Klimanjaro Dağı’nın zirvesinin karlarla kaplı olduğu, batı zirvesinde donmuş bir leopar bulunduğu ve hiç kimsenin leoparın oraya nasıl çıktığını bilmediğiydi. Leopar efsanesi doğru mu? Bilemem ama yıllar sonra, hem Ekvator’a çok yakın tropikal kuşakta yer almasına rağmen zirvesi karlarla kaplı efsanevi dağı; hem de Afrika’daki yaban hayatını kendi gözlerimle göreceğim. Yerimde duramıyorum, çok heyecanlıyım.

Uçuş ekibinin, “Bol şanslar!” temennilerine teşekkür edip havaalanından bindiğim acentenin servisi ile Moshi şehrinde alıyorum soluğu. Pek soluk almak mümkün değil aslında; Ocak ayında güney yarımkürede hava bunaltıcı sıcak. Kilimanjaro Dağı’nın güneyinde yer alıyor Moshi şehri, Kenya’ya çok yakın. Türkiye taşrasının elli yıl önceki hali. Satıcı tezgâhları caddelere dizilmiş. Berberler, terziler de açıkta, cadde üstünde icra ediyorlar işlerini. Bembeyaz, gösterişli büyük bir cami yükseliyor bir köşede. Şehir merkezinden birkaç kilometre ilerde uçsuz bucaksız kahve,muz,mısır yetiştirilen yemyeşil tarlalar çıkıyor karşımıza.Afrika savanları arasından oldukça bozuk yol üzerinden kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Kilimanjaro uzaktan ihtişamıyla beliriyor. Şehir kenarındaki yoksul, derme çatma binaların aksine, batılılara ait modern, dev malikânelerin arasından geçiyoruz şimdi. Kalacağım yer, annemle aynı isimdeki Zehra Ana ve familyasına ait. Dev duvarları tel örgülerle çevrili, silahlı görevlilerin beklediği bir kapı önünde indiriyor beni şoför.” Tel örgülerden elektrik akımı geçer!”,uyarı işareti dikkatimi çekiyor. Şaşırıyorum bu kadar fazla güvenlik önlemi alınmış olmasına. İyi ki önceden rezervasyon yaptırmışım, yoksa sadece ahşap kulübelerden oluşan bu tesisin içine adım atmak mümkün olmazdı. Dağ ekspedisyonumu da burası organize edecek.

Tanzanya’nın de facto dili Swahilice “Jambo!(Merhaba!)”, diyorum Zöhre Ana’ya. Biraz hoşbeş ettikten sonra bilgi veriyor, güvenlik ve hijyenle ilgili sıkı sıkı nasihatlerde bulunuyor Zöhre Ana.”Sağ olasın. Altın tavsiyelerine harfiyen uyacağım.”

Odama çıkıyorum. Cibinlik arasından yatağa uzanıyorum. Biraz dinleneyim. Tanzanya’da sıtma çok büyük bir tehdit. Cibinlik de sivrisineklerle mücadelede birincil önlem. Öğrendiğime göre Kilimanjaro yakınlarındaki bir fabrikada, her gün bir milyonun üstünde cibinlik üretiliyormuş. Ülke genelinde hamile ve çocuklu ailelere, doktor reçetesi ile dağıtılıyormuş.

Biraz kestirdikten sonra akşam yemeğine iniyorum. Kilimanjaro çok popüler bir dağ. Otel, dağı görmeye dünyanın dört bir yanından gelenlerle hınca hınç dolu. Tropikal yiyeceklerden oluşan zengin açık büfeye saldırdıktan sonra, bir köşedeki dağcı gruplarla sohbet ediyorum.

Sabah erken çevre ve ekspedisyonla ilgili brifing sonrası sekiz kişilik grup, araçla yola çıkıyoruz. Zor ve uzun bir ekspedisyon olacak. Hava koşulları her an değişebilir. Kilimanjaro zirvesine giden 8 rotadan bizim izleyeceğimiz rota, diğerlerinden daha macera dolu olan Machame-Mweka Rotası.(Whisky Route.Kolay rotaya Coca-Cola Route diyorlar.)Dağın güneybatı ve güney yönünden giden rota,panoramik yönden de diğerlerine göre daha zengin. Kamera ve fotoğraf makinesi, anları ve anıları yedeklemek için yanımızda.

Bir minibüsle, yaklaşık elli dakikada Machame Köyü’ne varıyoruz. Burada bizi karşılayan rehber ve şerpalar,yemek,malzeme taşıma ile ilgili görev dağılımlarını yapıp,son hazırlıkları tamamlıyor.Ardından bize bir brifing veriyorlar. Kilimanjaro Milli Parkı, Machame Kapısı’na geliyoruz. Park girişinde gerekli izinler alındıktan sonra, oldukça geniş bir patikadan müthiş güzellikteki Afrika’nın tropikal yağmur ormanına giriyoruz.

Hava güneşli ve sıcak.”Hakuna Matata!(Her şey yolunda)” Dev ağaçlar, gövdelerini sarmış değişik bitkilerle sarmaş dolaş; yemyeşil çimler, yosunlar fışkırıyor iri gövdelerinden. Mango yağmurları diye bilinen yağmur mevsiminin başlamasına daha iki ay var ama yağmurlar şimdiden başlamış. Dar patikada, yağmur suyu birikintisi ve çamur üzerinden dikkatlice ilerliyoruz. Değişik lisanlarda şarkı söyleyen kuşlara eşlik ediyorum. Kenar köşedeki küçük şelale suları, dev bitkilerin avuç açmış yapraklarıyla taşınıyor birinden diğerine. Dağın bu bölümü çok yağmur aldığından bitki çeşidi de çok zengin. Ekosistemdeki her çeşit bitki örtüsü ile karşılaşmak mümkün burada. Endemik bitkiler; iklimsel, insani birçok tehdit altında.Örneğin buraya hâkim ağaçlardan kokulu bir tür yumuşak ağaç olan Ocotea yağı uyuşturucu hammaddesi olarak kullanılıyormuş. Birçok önlem alınmış ama. Ormanlar sıkı denetim altında. Türkiye’dekinin aksine, izin belgesi olmayan hiç kimseyi sokmuyorlar.

1490 metreden başlayan ve orman içinden yedi saat süren tırmanışımızın ilk gününde, birinci kamp yerimiz 2980 metre yükseklikte Machame Kamp’a vardık. Birçok kişiyi ağırlayan dağda kamp alanları, tuvaletler mevcut.Bize göre doğaya daha duyarlılar. Bizden önce giden şerpalar çadırları kurmuşlar. Yemek yenecek ahşap kulübeyi düzenlemiş, yemekleri pişirmeye başlamışlar bile. Uzun sürecek ekspedisyon aklimitizasyon için yeterli süre tanıyacak gibi görünüyor. Yemek öncesi herkes istirahata çekildi. Bense heyecanımı bastıramıyorum, biraz daha çevreyi dolaşıp çekim yapıyorum değişik rengârenk çiçekleri seve seve;“jambo kardeşler!”

Sabah erken yola koyuluyoruz. Gün ağarırken Kilimanjaro’nun buzulları görülebiliyor bu mesafeden. Bir saatlik tırmanış sonrası yaklaşık 3200 metrede ormanlık alan yerini fundalık ve çalılığa bırakıyor. Dağın kuzey yamacına daha seyrek olmakla birlikte sedir ve zeytin ağaçları hâkimmiş.

Yoğun bulut katmanları yağmur işaretçisi. Bulutlar az biraz dağılınca, çekim yapmaya çalışıyorum. Mahzun rehberim Darüsselam’lı Alan’a, çevreyle ilgili sorular soruyorum cevapları birkaç el işaretiyle sınırlı kalsa da.”Tamam, tamam. Ben kendi gözlemlerimi kaydedeyim.”Ağır sis tabakası altında Şhira Platosu’nda kayalık sırt hattından devam ediyoruz. Sis arasından parlayan Western Breach dev buzulları çok etkileyici. Kilimanjaro’nun üç volkanik koni şeklindeki dağından Kibo’nun batısına geldik. Kısa bir süre sonra da 3840 metredeki Şira Kamp yerine ulaşıyoruz. Burada aklimitize olacağız. Gruptakiler dinlenmek için ilk gördükleri yerlere attılar kendilerini. Ben, tek başıma 300-400 metre daha çıkıp iniyorum. Bulut kümelerinin arasından Klimanjaro’nun karlı sırtlarını da çekiyorum kameraya. Seyrek bitki örtüsünün yanında tek tük ağaç var bu yükseklikte. Gece hava sıfırın altında, biz uykuya dalmadan sulu sepken başladı.Biz sabah hazırlıkları yaparken bir ara diniyor.Etraf yer yer yumuşak karla örtülmüş.

3900 metreden üçüncü gün tırmanışa başlıyoruz. Güneş açtı bir ara, ben de Klimanjaro’yu sabah güneşinde görüntüleyebildim. Gece yağış sonrası, rehbere soruyoruz.”Yağış devam eder mi? Ona göre giyinelim.” “Radyodan aldığım hava raporuna göre yağış ihtimali az.”,diyor rehber.”Peki.”,deyip hiç malzeme almıyoruz yanımıza. Ama dağ bu, belli olur mu ne zaman ne olacağı! Yüksek dağların başı dumanlı olur. Hava kapadı gene. Sulu sepken, bütün gün hiç dinmeden tırmanış ve iniş boyunca. Çıkış yaptığımız kayalık dik patika çok kaygan. Rehberin ihmalini pahalı ödedik. Yoğun yağış altında hiç mola da veremedik. Biraz su içmeye ya da kumanya yemeye bile fırsatımız olmadı. Sesim de beni yavaş yavaş terk etmeye başladı. Konsantrasyonumu koruyarak devam etmem gerek.

İrili ufaklı şelalelerin yakınından devam ediyoruz. Saatlerce yağış altında tırmandıktan sonra Klimanjaro’nun belli belirsiz siluetine uzanan 4630 metre yükseklikte Shark’s Tooth (Köpekbalığı Dişi)diye de bilinen Lava Tower’a ulaşıyoruz. Botlarımız su doldu. Sırılsıklam olduk.

Bu irtifadan sonra bitki örtüsü tamamen bitiyor.İki-üç saatlik iniş ile Western Breach’in alt eteklerindeki kayalık bölgedeki 3950 metre yükseklikteki vadide Barranco Kamp yerine varıyoruz. Hepimiz bitap düştük. Hiç görüntü de alamadım bütün gün. Keyfim kaçtı. Halsizlik ve baş ağrısı var. Herkes gibi ben de çadırıma çekildim. Çadırda biraz dinlendikten sonra, bu ıslak botlarla kaderimi düşünüyorum. Zirveyi unutmalıyım galiba. O sırada,çadırımın kapısının karşısındaki mutfak çadırı gözüme ilişiyor.Çadır önünde aşçı,bizdeki piknik tüpünün iki katı bir büyüklükte tüp üzerinde akşam yemeğini pişiriyor.”Neden olmasın?”,diyorum.Tahmin edebileceğiniz gibi,botları pişirmeye karar verdim.Aşçı bu fikre pek sıcak bakmadı.İkna etmeyi başaramadım ama sonunda teklif ettiğim 30$ onu ikna ediyor.Botumu ,yaklaşık kırk dakika altı,üstü nar gibi kızarana kadar tüp üzerinde iyice kuruttum.Oh be!Keyfim yerine geldi.Bu botlar artık beni götürür zirveye. Gruptaki diğer dağcılara da aynı yöntemi tavsiye ettim.

Sabah kahvaltı sonrası, Barranco Duvarı’nı tırmanıyoruz. Duvar dimdik. İlk bakışta ”Burayı aşmak mümkün değil.”, izlenimi veren duvar bir süre sonra dost elini uzatır gibi geçit veriyor yumuşak sırtlarıyla. Macera dolu beş saat sonrası 300 metre yükselerek Karanga Vadisi’ne ulaşıyoruz. Bir saat daha giderek 4550 metrede zirveden önceki son kamp yerimiz Barafu Hut’a varıyoruz.”Barafu” Swahihi dilinde buz demekmiş ama bölgede hiç su yok. Biraz ötede Klimanjaro Dağı’nın volkanik koni şeklindeki ikince zirvesi, sarp ve dik yamaçları buzullarla kaplı 5100 metredeki Mawenzi Peak görülüyor. Bizdeki Büyük Ağrı, Küçük Ağrı dağlarına benziyor.

Zirveye en yakın kamp yerinde çadırlar, dik ve eğimli sırt üzerinde oldukça taşlık, rüzgârdan korunmasız bir alana kurulabiliyor. Bölgede kısmen kar var. Hava soğuk. Ne yazık ki yüksek zirvelerin ortak kaderi; etrafı biraz dolaşınca çok fazla kirlenme var. Uçurumun arkası tamamen çöplük olmuş.

Akşam yedi gibi dinlenmeye çekiliyoruz. Bu gece özgürlüğe adımımızı atacağız! Uhuru Peak’e(Özgürlük Zirvesi)gece 12.00 civarı yola koyuluyoruz. Kuzeybatı yönünden çarşak bant üzerinden zorlu bir tırmanış bizi bekliyor. Şiddetli bir tipi başladı. Gruptan üç kişi daha burada geri dönüyor. Rebman ve Ratzel buzullarından Stella Point’’teki krater ağzına altı saat sürüyor tırmanış.5685 metreye çıktık. Nefesim kalmadı. Zorlandığımı söyleyebilirim. Elimde kaz tüyü ve gora-tex eldivenler olmasına rağmen tipi yüzünden parmaklarım dondu, hissetmiyorum.

Gün doğuyor.Hava da yumuşamaya başladı güneşle birlikte. Kilimanjaro buzulları, buzul bulutları üstünde yürüyorum. Buradan Uhuru Peak’ e,Klimanjaro’nun 5895 metredeki en yüksek zirvesine, Afrika’nın damına ulaşıyoruz. Beethoven,“Neşeye Övgü” şiirini 9.senfoninin kapanışında ölümsüzleştirmiş müzikle. Neşeyle, kıvançla dolu mistik Kilimanjaro Zirvesi de, bizlere tüm hayatımız boyunca unutmayacağımız bir gün armağan ederek, bu bestedeki gibi ölümsüzlüğü hak ediyor.

Yorgunluğumu unuttum. Zirveden sonra üç saatlik bir iniş sonrası Barafu Hut’un olduğu kamp yerine dönüyoruz. Buradan çarşak üzerinden fundalık bölgeyi geçip tekrar yağmur ormanlarına giriyoruz.3100 metrede Mweka kamp alanında, yoğun sis ve yağmur altında Kilimanjaro Dağı’ndaki son gecemizi geçiriyoruz. Sabah saatleri orman içinden üç saatlik iniş sonrası Milli Parkın Mweka Kapısına ulaşıyoruz. Burada sertifikalarımız veriliyor.

Uzun tırmanışta toplam 100km.mesafe katetmişiz. Etkinlik sonunda başladığım noktaya geri dönüyorum, yani Zöhre Ana’nın ocağında bir gece daha geçirerek Kilimanjaro ekspedisyonumu tamamlıyorum. Dağ zirvesini ödüllendirmek gerek. Gezimin ikinci bacağında; önceden planladığım gibi Tanzanya’dan otobüsle Kenya’ya geçip Masai Mara’da safari yapacağım.

Kenya Naorobi’de bir gece geçirdikten sonra,dört günlük bir safari turu alıyorum.Afrika’nın yaban hayatını, muhteşem hayvanlarını günlerce izlemek zirveden sonra çok güzel bir armağan oluyor bana.Buradaki izlenimlerimi ve Sudan üzerinden antik Mısır uygarlıklarına yapmış olduğum gezimi de bir süre sonra sizlerle paylaşmak ümidiyle.

Haki ENGİN
Doğa Sporcusu ve Gezgin